101 gün sonra
Nihayet millet olarak adaklarımız tuttu, rehinelerimiz 101 gün sonra salıverildi. Yüreğimize su serpildi. Keşke her günümüz böyle olsa. Kötü gelişmelerin yağdığı bir ortamda sonunda iyi bir gelişme ile karşılaştık. İnşaallah bu iyi haber tomurcuklanarak iyiliğe bahar olur. Bununla birlikte hemen yüksek sesle iç ve dış mahfillerde şu konuşulmaya başlandı: Neyin karşılığında? Türk tarafı rehinelerin salıverilmesi karşılığında kesinlikle pazarlık yapılmadığını ve fidye ödenmediğini ve bunun bir Türk başarısı, MİT’in başarısı olduğunu söylese de duymak istemeyenler kulaklarını tıkıyor. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığı bildirisinde bu işte yardım edenlere ve işin kotarılmasında tuzu biberi olanlara, emeği geçenlere de teşekkür ediliyor. Milletçe minnettarız. Elbette sahada aracılar olmasa mesele akim kalabilirdi. Lakin rehinelerin siyasi bir zamanlama ile cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir adayın şansını artırmaya yönelik olarak bırakılacağını söyleyenler yeni senaryo ve komplo teorileriyle yollarına devam ediyorlar. Şimdi kimileri bu işin ABD tarafından kotarıldığını ve meselenin bize IŞİD karşıtı koalisyona çekmek olduğunu söylüyor. Türkiye’nin önünde işbirliği için bir engelin kalmadığını ve mızıkçılık yapamayacağını söylüyorlar. Bu bapta karşı zaviyeyi hesap eden yok. Sadece IŞİD’in hesaba aklı ermeyeceği, akıl fukarası örgütün pazarlık gücünün bulunmadığı söyleniyor. Haddi zatında Musul konsolosluğunda çalışanların ve konsolosluk mensuplarının rehine alınması ahlaki olarak asla onaylanamaz olsa da IŞİD’in bir hesabı olduğu gün gibi aşikar idi.
•
Türkiye’nin hareketini önlemeye ve bloke etmeye matuftu. Bu açık değil mi? Rehinelerin hunharca öldürülmesi mevzuunda olduğu gibi kaba hesaplarının yanında böyle ince hesaplar da yapabilmektedir. Kabul edelim ki çelişkili ve dikotomik bir yapısı var. Her ihtimale karşı; küresel bir koalisyonu ve Türkiye’nin kuzeyden cephe ülkesi olmasını engellemeye matuf bir hesabın sonucu böyle davranmış olmalıdır. Elbette onaylamıyor ve tasvip etmiyoruz. Lakin IŞİD’in kafasının içindekileri okumak gerekirse; herhalde kolektif aklından böyle şeyler geçirmiş olmalı. Peki! IŞİD’in bu hesapları tuttu mu? Elbette Türkiye hal ve harekatında rehinelerin pozisyonunu dikkate almıştır. Lakin pozisyonunu sadece rehinelerin belirlediğini söylemek zor olacaktır. Rehinelere siyasetini rehin etmemiştir. Belki pozisyonunu rahatlattığı söylenebilir. Rehinelerin serbest bırakılması işleminde olduğu gibi. Rehinelerin salıverilmesinden sonra belki de Türkiye üzerine daha büyük baskılar icra edilecek. The Times gazetesinin de yazdığı gibi, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın aktif desteği olmadan IŞİD’in üstesinden gelebilmek mümkün değil. Lakin sahanın tek gerçeği ve denklemi IŞİD değil. IŞİD üzerinden Batılıların stratejik hesapları Türkiye’yi kaygılandırmıyor mu? Ya da Arapların hatta İran’ın özellikle Suriye’ye dair hiç kaygısının olmadığını söyleyebilir miyiz? ABD varsa kaygı da var demektir.
•
Elbette IŞİD kaba ve vahşi bir örgüt. Bununla birlikte basit bile olsa stratejik hesaplardan da yoksun değil. IŞİD bir taraftan Batı cephesine katılmayan Türk tarafını rehineleri serbest bırakarak rahatlatırken diğer taraftan da önleyici darbeler indiriyor. Sözgelimi, PYD ve Kürtlere karşı kara harekatında ABD’nin lejyoneri olmadan bir yarma ve devre dışı bırakma stratejisi izliyor. Aynu’l Arab’a (Kobani) yönelik harekatını böyle okumak gerekir. Yine Ahrar el Şam örgütünün birinci ve ikinci sınıf kadrolarını IŞİD tasfiye etmişse yine bunu önleyici bir darbe olarak nitelendirmemiz gerekir. IŞİD düşmanının silahıyla silahlanıyor ve Bush doktriniyle çalışıyor. Elbette ahlaki değil. Obama da öyle çalışmıyor mu? Türkiye’ye; ‘benimle değilsen IŞİD ilesin’ dayatmasında bulunan kim? Rehinelerin salıverilmesinde Türkiye’nin soğukkanlı ve onun ötesinde sağduyulu yaklaşımlarının büyük payı oldu. Bir sinir savaşı verdi ve bunu kazandı. Türkiye’nin doğru politikaları meyvesini vermiştir. Karıştırıcı, yıkıcı politikalar yerine yatıştırıcı politikalar pekala sonuç alabilmektedir. Demek ki Ortadoğu’nun meseleleri usuletle ve suhuletle yürütülebilmekte. Dolayısıyla Batı bölge politikalarına karışmasa insanları ve ülkeleri ve toplulukları birbirine düşürmese bölge sulh sükun havzası olabilir.
Sözgelimi Haricilere karşı Hazreti Ali, İbni Abbas ikna edici ve yatıştırıcı politikalar izlemişlerdir. Fayda vermediğinde Hazreti Ali onlarla savaşmıştır. Lakin daha sonra Ömer Bin Abdulaziz de yine onlarla diyalog politikasına geri dönmüştür. ABD ise bölgeyi yeniden karmak ve dizayn etmek için silah ve sopa politikasına başvuruyor. Böylece herkesi önüne veya koalisyonuna katıyor. Bu yolla IŞİD karşısında bölge ve dünya liderliğini pekiştirmiş oluyor. IŞİD kuşatma daraldıkça bir taraftan rehinelerle yapamadığını rehineleri salıvererek Türkiye’nin nötr ve tarafsız kalmasına sağlamaya çalışmakta diğer taraftan da ABD’nin IŞİD karşısında lejyoner haline getirmek istediği diğer muhalifi örgütlerle dirsek temasına girmektedir. Elbette IŞİD; yöntemi yanlış, kirli bir örgüttür. Lakin bölgenin ve dünyanın ahlaksızlığı IŞİD’den ibaret değildir. IŞİD temel değil türev sorundur. Temeli görmeyenler bu türevi üretmiştir. Türev sorunları kaşıyanlar daima temel sorunlardan kaçmaktadırlar. İsrail’in dizginlenmesi ve Esat’ın tasfiyesi gibi. 1991 ve 2003 badirelerini atlatan Türkiye yeni badireler konusunda aşılı ve şerbetlidir. Gelişmeler bunu gösteriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.