Geldik, geçtik gidiyoruz
Muhterem Müslümanlar!
Ölümü unutturmak için gündemler oluşturuluyor. Unuttuğumuz zaman ölüm denilen olay gerçekleşmeyecek mi? Görmemezlikten gelmek, duymamazlıktan gelmek İlâhi kudretin takdirini değiştirmez ki... Ölümü unutmakla ölüm asla ertelenmez ki...
“Vur patlasın, çal oynasın” felsefesi topluma yaşam tarzı olarak kabul ettirildi. Toplum bunu öyle kanıksadı ki; bununla kalplerin etrafına kurşundan duvarlar örüldü. Fiziki beden uyuştu. Öyle bir uyuşukluk tezahür etti ki, artık insanlara:
* Ölüm ibret olmuyor,
* Mezar ibret olmuyor,
* Hapishane ibret olmuyor,
* Hasta ibret olmuyor,
* Hastane ibret olmuyor,
* Mevsimler ibret olmuyor,
* Açlık ibret olmuyor,
* Zulüm ibret olmuyor,
* Savaş ibret olmuyor,
* İşsizlik ibret olmuyor,
*Büyüğün küçüğü sevmemesi, küçüğün büyüğü saymaması ibret olmuyor,
* Bereketsizlik ibret olmuyor,
* Kazalar, belâlar, musibetler ibret olmuyor.
Olmuyor vesselâm olmuyor.
Muhterem Müslümanlar!
Her gün dünya sallanıyor var mı ibret alan? Ülkemizde yüzbinlerle ifade edilen cana, trilyonlarla açıklanan mala-mülke mal olan depremlerden kaç kişi ibret aldı? Oysa ayağımıza takıldığı için, tökezlediğimiz için düşmemizin bile bizim için bir uyarı olması lâzım geldiğini Peygamberimiz Efendimiz mübarek hadislerinde beyan ediyor. Bütün karşılaştığımız hâdiseler bizim için birer ders olmalı, değil mi?
Her neyse! İnsan, ölümü unutmamalı. Her şey bize ölümü hatırlatmalı. Ev denildi mi, hemen mezarı hatırlamalıyız. O evimiz dediğimiz yerler, aslında konaklama yerimizdir. Bir süre oralarda kalacağız. Ölüm ile de asıl evimize taşınmış olacağız. Onun için şimdiden mezarımızı iman ile, ihlâs ile, ibâdet ile süslemeliyiz. Konaklama yeri için bunca sıkıntı çekip asıl evimiz için ihmalkârlık yapmak ahmaklık olur.
Bu konuda bizden öncekilerin hâllerine bir bakalım:
Bir gün hanımlardan biri, Hz.Aişe (r.a.)’ye kalbinin katılığından şikâyet etti. Hz.Aişe:
“-Ölümü çok hatırla, kalbin yumuşar” dedi. O hanım da öyle yaptı. Kalbinin katılığı gitti.
Rebi bin Haysem (r.a.) Ashab-ı Kiram’dandır. Bu zat evinin altına bir mezar kazmıştı. Hergün o mezara birkaç defa girip yatardı. Böylece kalbinde ölüm endişesini tazelerdi. Sonra da: “Bir saat ölümü unutsam, kalbim kararıp bir çeşit oluyorum” derdi.
Ömer bin Abdulaziz (r.a.) bir kimseye: “Ölümü çok hatırla. Çünkü sıkıntıda olursan, o sana teselli olur, nimet içinde olursan o nimetin şükrünü edâ eder dalâlete düşmezsin” derdi.
Hz.Ömer (r.a.) mührüne: “Ölüm sana nasihatcı olarak yeter” diye kazıtmıştı. Hatta ücret vererek kendisine ölümü hatırlatacak birini vazifelendirmişti.
Onların, unutmamak için çareler aradıkları ölümden ve neticesinden biz kaçmaya çalışıyoruz. Kurtulabilecek miyiz bakalım?
Ömer Hayyam’ın şu sözü ne kadar ibret verici:
Niceleri geldi.
Neler istediler.
Sonunda dünyayı
Bırakıp gittiler.
Sen hiç ölmeyecek
Gibisin, değil mi?
O gidenler de,
Senin gibi idiler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.