AB ile yeni dönem

AB ile yeni dönem

Önümüzdeki Perşembe ve Cumâ günleri Brüksel’de yılın son AB zirvesi var. Burada esas olarak Avro’nun 2013 Yılı’ndan îtibâren sürekli ve sağlam bir “cankurtaran mekanizması” hâline getirilmesi görüşülüp mümkinse karâra bağlanacak. Kalan dar zaman boyuncaysa Örgüt’ün genişleme politikası ve bu bağlamda Türkiye’nin durumu değerlendirilecek.

Bu sütûnu nisbeten düzenli olarak izleme zahmetine katlananlar benim yıllardır ısrarla Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğimi ve bunun da ergeç gerçekleşeceği tezini savunduğumu bilirler. Bunun gerekçesi tekrâren ve özetle şudur:

Benim indimde AB üyeliği bizâtihî bir amaç değil sâdece bir araçdır. Ben bilhassa Batı Avrupa’daki AB üyesi ülkelerde ne kadar demokrasi ve insan hakları varsa bizde de o kadar olması için var gücüyle gayret gösteren bir insanım. Onun dışında Avrupalı addedilmişim edilmemişim umurumda bile değil!

Fakat Türk Toplumu içindeki dinamiklerin yukarıda târif etdiğim amaca ulaşmak bakımından yeterince güçlü olmadığını gördüğüm için AB üyeliği, daha doğrusu “AB normları”nın burada bir “kaldıraç” rolü oynayacağı kanaatine vardım ve son yıllardaki gelişmeler pek de yanılmadığımı ortaya koydu. Ancak eğer o toplumun içinde belirli bir hedefe varmak uğruna zâten bir arzû yoksa bunu dışarıdan istek “ithâl” ederek sağlayamazsınız. Dışarıdan gelse gelse “katalizatör” etkisi uyandıracak dalgalar gelir. Bunun tek istisnâsı Japonya’dır. Japonlara Amerikalılar, tâbir câizse, kafalarına vura vura demokrasiyi öğretmişlerdir ama Japonya o sıra zâten pestil gibi yerde yatıyordu.

Bizde durum tabii çok farklı. Bizim ikiyüz seneyi aşkın bir modernleşme ve netîceten demokratikleşme sergüzeştimiz var.

Üstelik Türk Toplumu son yıllarda baş döndürücü bir hızla değişmeğe de başladı. O bakımdan AB’nin “kaldıraç” rolü eskisinden biraz daha az etkili. BİRAZ!

Buna paralel olarak yine son zamanlarda bâzı “dar ufuklu” politikacıların, meselâ Almanya Başbakanı Bayan Angela Merkel’in görüşlerinde de, belki gönül rızâsıyla değil ama uzmanlar masasına dosyaları koydukça, belirli bir değişme hissedilmiyor değil. Fransa Devlet Başkanı Sayın Nicolas Sarkozy’nin Türkiye allerjisi diplomasiden ziyâde psikopatoloji alanına girdiği için onda değişme beklemek abesdir. Ama genel anlamıyla hemen bütün AB ülkelerinde kâinâtı kendinden ibâret sanan Güney Kıbrıs’a karşı bir “allerji” uyanmağa başladığı da unutulmamalı. Güney Kıbrıs Türkiye bağlantılı olarak AB’yi meflûç kılıyor ve Türkiye de onun sonucunda kısmen NATO’yu. O bakımdan Brüksel artık bu Kıbrıs belâsından kurtulmaya karar vermiş gözüküyor. Bayan Merkel yılbaşı sırası Güney Kıbrıs’a herhalde biraz Akdeniz havası almaya gitmiyor.

Bütün bunlar göz önüne alınınca bu haftaki AB Zirvesi’nden somut bir sonuç çıkmaz ama yılbaşından sonra tedrîcen Türkiye lehine köklü bâzı gelişmeler kendini gösterebilir diyebiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi