Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Demokrasiyi sevmeyen bir 'Dördüncü Kuvvet'

Demokrasiyi sevmeyen bir 'Dördüncü Kuvvet'

Yarım yüzyıldan fazla bir süre önce çok-partili siyasete geçmiş olmamıza rağmen henüz pekişmiş bir demokrasiye sahip değiliz. Bunun nedenleri arasında kurumsal, anayasal-hukukî, hatta kültürel faktörlere işaret edildi. Siláhlı kuvvetlerin demokrasiyle bağdaşmayan rol algısından, askerî vesayetten, siyasî geleneğimizdeki militarist damardan, gerek populer kültürün gerekse elit siyasal kültürünün problemli yanlarından söz ettik. Kimimiz de sınıf ilişkilerinin yapısıyla veya sosyo-ekonomik gelişme düzeyinin yetersizliğiyle açıkladı bu durumu.

Fakat, bu etkenlerin bir çoğuyla şu veya bu şekilde ilişkili olan başka bir önemli faktör var ki, şimdiye kadar onun üzerinde yeterince durulmadı. Bu faktör medyadır: Demokratik rejimlerin ‘dördüncü kuvvet’i olarak anılan basın-yayın araçları ne yazık ki Türkiye’de bambaşka bir profil çiziyor. Kısaca, Türkiye medyası, ana kütlesi itibariyle, demokrasiye destek olmaktan çok ayak bağı oluyor.

Türkiye medyasının demokrasi nokta-i nazarından temel problemi, siyasî konjonktürden ve güç ilişkilerinden bağımsız olarak sivil ve demokratik değerleri savunma yönünde kararlı ve ilkeli bir duruşa sahip olmamasıdır. Maalesef, medyamızda hakim olan genel eğilim, bu değerler karşısındaki tutumunu iktidar ilişkilerinin değişen yapısına bağlı olarak belirlemek şeklindedir. Ve bu, siyasî-ideolojik eğilimlere gore çok fazla değişen bir durum da değildir.

Medyanın güç ilişkilerinden büsbütün bağımsız hareket edebileceğini sanacak kadar saf değilim. Türkiye’de devletin geleneksel olarak maddd-manevî ikbalin ve onurun birinci kaynağı olmasının bunda rolü olduğunu da gözardı ediyor değilim. Devletin neredeyse bütün bir toplumun -ama özellikle de medyanın- ‘velinimeti’ olduğu bir yerde bu etkiyi tamamen ortadan kaldırmanın zorluğunun da farkındayım. Ama ben, bütün bunlara rağmen, başka her kesim için olduğu gibi, medya için de ahlákî bir duruşun mümkün olduğuna inanıyorum. Sanmıyorum ki, Türkiye’deki kadar ilkesiz bir medyaya başka herhangi bir medenî ülkede rastlayabilelim.

Türkiye’de medya ‘doğru’yu hükümetleri değerlendirmede esas alacak yerde, ‘doğru’nun kendisini bulunduğu politik ‘taraf’a göre belirlemeye meyyaldir. Burada ‘politik taraf’ derken ille de iktidar veya muhalefet taraflarını kastetmiyorum. Esasen Türkiye’de iktidar-muhalefet karşıtlığını çapraz kesen daha temel bir eksen vardır ki, ister çıkar temelli isterse ideolojik olsun, asıl belirleyici olan odur. Burada taraflar ‘kurulu düzen’ taraftarlığı ile değişim taraftarlığı şeklinde kendisini gösterir.

Hal böyle olunca, herkes kendi tarafının ‘doğru’sunu destekleyeceğine inandığı olguları görüyor, bazan da basbayağı keşfediyor veya hatta icat ediyor. Buna karşılık işine yaramayacak olan olguları ya görmüyor ya da açıkça üstünü örtüyor. Bu işte roller ve pozisyonlar değişen iktidarlara göre kısmen değişse de, her iki taraf için de öz aynı kalıyor.

Kısaca, gazetecilik malzemesini manipüle etmek taraflardan sadece birinin tekelinde değildir. Nitekim, bugün veya bu olayda ‘dürüst’ olan gazete veya gazeteci, başka bir gün veya başka bir olayda kolaylıkla bir haberi görmeyebilir, çarpıtabilir veya üstünü örtebilir. Bugün gördüklerimiz, bu modelin AKP’ye karşı açılan kapatma davasına ve ‘Ergenekon’ soruşturmasına yansıyan örneklerinden ibarettir.

Kısaca,Türk medyası bugünlerde yine kötü bir sınav veriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16