Kerbela faciası 5
Cenab-ı Hak bu zâlim İbn Ziyad'ın ölümünü İbrahim İbnu'l-Eşter eliyle hicrî 66 yılında gerçekleştirmiştir. İbrahim'i, Muhtar İbnu Ebî Ubeyde es-Sakafî, İbnu Ziyâd'ı öldürmesi için yollamıştı. İbrahim İbnu'l-Eşter, zalimi, Musul'a beş fersah mesafede el-Câzir'de adamlarından bir kısmıyla öldürür. Onun ve adamlarının kelleleri getirilip Muhtar'ın önüne atılır. Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere ince bir yılan gelerek kelleler arasında dolaşıp İbnu Ziyâd'ın burnuna, ağzına girer çıkar.
el-Muhtâr es-Sakafi İbnu Ziyâd ve diğer zalimlerin kellelerini Mekke'ye Muhammed İbnu'l-Hanefiye'ye gönderir. Bunlar Mekke'de teşhir edilerek Hz. Hüseyin (R.A.)'in intikamının alındığı halka gösterilir. İbnu'l-Eşter, İbnu Ziyâd ve adamlarından öldürülenlerin başsız cesetlerini yaktırır.
Hz. Hüseyin (R.A.) ve yakınlarının Kerbelâ çöllerinde susuz şehîd edilmelerinden sonra zalim Yezid'in zalim ordusu, geride kalan kadın ve çocukları toplayarak Küfe şehrine götürürler, İmam Hazretlerini ısrarla çağıran ve yardım sözü veren kalleş Küfeliler ise, bu hazin manzara karşısında ağlamaya başlarlar. İmam Hüseyin (R.A.)in kız kardeşi ve Hz. Ali'nin (K.V.) kızı Zeyneb (R.A.) bu ikiyüzlü insanların tavrından iğrenir ve şu tarihî konuşmayı yapar:
"Ey Küfe halkı! Ey hileci ve hıyanetkâr halk! Sizi gidi günahkârlar!.. Şimdi ağlıyorsunuz ha? ALLAH gözyaşlarınızı asla dindirmesin! Gözlerinizden yaş hiç eksik olmasın! Şulelerinizin feryadı asla dinmesin! Kalpleriniz acı ve keder içinde yansın!
Ne sizin andlaşmalarınıza bir değer verilir, ne de sözlerinize itibâr edilir. Lâftan, öğünmekten, gösterişten, cariyeler gibi dalka-vukluk yapmaktan ve düşmanla gizli işbirliği yapmaktan başka neyiniz var sizin? Bilin ki, siz şirretsiniz! karaktersiz ve alçaksınız!
Şimdi kardeşim ve bizler için mi ağlıyorsunuz? Onun için mi hazin ve acıklı çığlıklarınız göğe yükseliyor? Evet VALLAHi, ağlayın da ağlayın! Çünkü siz ancak ağlamaya layıksınız. Sizinki öyle bir utanç ve alçaklık ki, hiçbir suyla yıkanmaz!
Siz zamanın İmamının katline ortak, en azından seyirci kalma alçaklığını içinize sindirdiniz. Onun mübarek kanının pıhtıları hâlâ ellerinizde ve siz onları aslâ aslâ temizleyemeyeceksiniz!"
Yanan bir yürekten lâvlar gibi fışkıran şu tarihî hitabe, acaba sadece o günkü Küfe halkı için mi geçerlidir? Hayır!.. Filistinliler öldürülürken, Irak'lılar katledilirken, Şeyh Ahmet Yasin şehid edilirken, bunca zulme, fısk u fücura seyirci kalan bütün Müslümanlar, hatta bütün insanlık için geçerlidir.
Hz. Hüseyin (R.A.) ve onunla beraber şehâdet şerbetini içen mü'minler Cennet-i A'lâ'ya uçtular... Yezid ve şürekâsı da cezalarını görecekleri yere yuvarlandılar. Küfe halkının utancı ise kıyamete kadar devam edecek. Zamanın imamının kanı dökülür de, o belde bir daha sükûnet bulabilir mi? Irak toprakları asırlardır kan ve gözyaşından kurtulabildi mi?
Irak ehlinden bir adam gelerek Abdullah b. Ömer (R.A.)den, elbiseye isabet eden sivri sineğin kanının hükmünü sorar. Abdullah b. Ömer (R.A.), şu cevabı verir:
- Şuna bakın, neden soru sormakta! Resûlullah (S.A.V.) efendimizin torununu öldürdüler, sivri sineğin kanından soru soruyorlar. Ben Resûlullah (S.A.V.) efendimizin: "Hasan ve Hüseyin, dünyadaki iki reyhanım!" buyurduğunu işittim."
Peki, bizim durumumuz ne âlemde? ALLAH'ın Kitabı ve Resûlü (S.A.V.) efendimizin sünneti ayaklar altına düşürüldü; Müslüman beldeler kâfirler ve münafıklar tarafından işgal edildi; bugünkü Kûfe'li ulemâü's-sû' ise hâlâ tavuktan kurban edip etmemeyi tartışıyor! Topyekûn kurtulmayı düşünmek şöyle dursun, dünyevî zevk ve ihtiraslarından zerre kadar tâviz vermeyi bile düşünmeyen Müslümanlara ise, Hz. Zeyneb (R.Anha)'in hitabeti tam da yakışmıyor mu?
Ey Küfe halkı! Ses size geliyor mu? Yoksa "Küfe" ismi ile birlikte siz de mi târihe karıştınız.
Muhterem okuyucu!
Hatırlamak, ders almak içindir. Ehl-i Beytin maruz kaldığı haksızlık, sünnisiyle-şiasıyla bütün Müslümanları derinden sarsan ve kederlendiren acı bir tecrübedir. Kerbela şehitleri, tarihte kimilerinin taşkınlığının ve iktidar mücadelesinin Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin ailesini bile hedef alacak kadar haddi aşabileceğinin işaretlerini taşır. Bu nedenle her Müslümana düşen haklıyla haksızı ayırt edebilecek bir zihin açıklığına sahip olmaktır. Kur'an-ı Kerim'i dini evrenlerinin oluşumunda temel kriter olarak kullananların birbirlerine düşmanlık beslemeleri düşünülemez. Ne yazık ki tarihte bu kardeşliği siyasi çıkarları lehinde kullanıp bozanlar hiç de eksik olmamıştır.
Bugün bize düşen, geçmişe gömülüp kalmak, tarihi hadiseleri ayrışma ve düşmanlık konusu yapmak yerine zihin açıklığı ve aydınlık bir din tasavvuru içinde kardeşliğin önemini keşfetmek, tarihte gerçekleşmiş olaylardan ders çıkarmak ve artık bütün bir ümmete mal olmuş şehitlerin mirasını doğru anlamaktır.
Dünya hızla bloklaşmaya gidiyor. Müslümanlar da bu gidişata ilgisiz kalamazlar. Müslümanlar için tek çözüm yolu İslâm Birliği'dir. Müslümanların tek yumruk olması... Kendi varlıklarını devam ettirecek kurumları oluşturmalarıdır. Bu konu, Müslümanlığın bir gereğidir. Esasen ayet-i kerimede de bu hakikat bütün açıklığıyla vurgulanmaktadır:
"Hepiniz el birlik ALLAH'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e, İslâm'a sımsıkı sarılın. Ayrılığa düşmeyin..." (Âl-i İmran Sûresi: 103)
"ALLAH'a ve O'nun Peygamberine itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, yoksa korku ile zaafa, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz, yardımınız kesilip devletiniz elden gider.." (Enfal Suresi: 46)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.