Ana dil olmasın, baba dil olsun
Fransızca "pot-pourri" kelimesini almış, kullanmaya başlamışız. Lâkin aynı şekilde yazıp söylemek zor.
Yazılışı ayrı, okunuşu ayrı; hangisine uyacağız?
"Potpuri" diyen de var, "potpori" diyenler de.
Tıpkı "petit-beurre" kelimesine, kiminin "petibör", kiminin "pötübör", kiminin de "pötibör" demesi gibi.
Bunlar gibi pek çok kelime var dilimizde; Fransızca, İngilizce, Arapça, Farsça, Yunanca kökenli.
Etkileşim halinde olan toplumlar arasında kelime alışverişi kaçınılmaz.
Hangi dil olursa olsun, içindeki yabancı kökenli kelimeleri ayıklamaya kalktığınızda, sözlük önemli miktarda incelir.
*
Televizyonu icat eden adam, ona bir isim takıyor.
Bize satarken de kutunun üstüne yazıyor koyduğu ismi.
Boş bırakmıyor ama mecbur da değiliz.
Sen ne isim vermek istersen onu seç türünden bir not da yok.
Aynı şey 'telefon'da da geçerli.
Televizyonla telefonu ilk biz yapmış olsaydık, uz'lu muz'lu bir isim koyardık, dünyadaki diğer ülkelerde de benzer bir isimle anılırdı o tür aletler.
*
Dilimizi korumak gerektiğinde hepimiz anlaşıyoruz da nasıl yapacağımız konusunda hemfikir değiliz.
Karşılık olarak bulunan kelimeler bazen kabul görüyor.
Mesela, 'buzdolabı' tutmuş. Onunla da yetinmemiş ve 'soğutucu' demişiz.
"Pot-pourri" yerine bulunan "karmaca türkü, karmaca şarkı" yavaş yavaş yaygınlaşacak bir ihtimal.
*
Türkçe'yi yabancı dillerin etkisinden kurtaralım, arındıralım, sadeleştirelim derken bazen komik durumlara düşüyoruz.
Mail gönderiyoruz, mail alıyoruz, e-mailimi aldın mı diye sorular soruyoruz.
Hiç hoş durmuyor.
Bunun farkına varanlar mail yerine meyıl demeyi seçiyor.
Bu seçimle beraber, komiklik ikiye katlanıyor.
Mail kelimesinden hoşlanmayan, meyıl'ı da itici bulanlar, "e-posta veya elektronik posta diyelim" diye kampanyalara girişiyor.
İyi de elektronik nereden geldi, posta nereden?
Posta İtalyanca postadan, elektronik Fransızca électronique'ten yola çıkmış.
*
Farkındayım, son zamanlarda arı dil, sade dil konusu 70 ve 80'lerdeki kadar hararetli değil.
Şimdilerde ana dil, ikinci dil konuları revaçta.
Bir yanda Kürtçe'nin yirmi otuz yıl sonra kaybolacağı endişesi taşıyanlar, bir yanda Türkçe'nin yüz yıl sonrasından endişe duyanlar.
Bir de tabii, ülkenin bölünme ihtimalinin dil vasıtasıyla hızlanıp büyüyeceği endişesi.
Endişeli bir milletiz vesselam.
Bu ülkeyi bölmeye kimsenin gücü yetmez deyip üst perdeden konuşmak, hem güzel hem kolay.
*
Peki, son elli yıl, son yüz yıl içinde bölünüp parçalanan ülkeler, Türkiye'den daha mı zayıftı?
Bu birinci soru... İkinci soru da şu şekilde olsun:
Ana dil, yeryüzündeki herkesin hakkı değil mi?
Her ülkede olduğu gibi, bizde de resmî dil, herkesin anasının diliyle aynı olmayabiliyor.
Şimdi konuşma ve yayın hakkı var ancak düne kadar Kürtçe'nin varlığı bile kabul görmüyordu.
Bu durumu, bölünme yolunda bir adım olarak görüp de ana dile karşı çıkanlara, baba dil tavsiyesinde mi bulunmalı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.