Peygamberi sınırlamadan yaşatmak
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) doğum günü (Mevlid), bizim coğrafyamızda geniş halk katılımlarıyla kutlanalı asırlar oldu. “Bu kutlamalar bid’at mıydı, değil miydi?” konusunun tartışmalı olduğunu biliyoruz elbet. Ama, tartışmalı olmayan bir konu varsa eğer, o da; bu kutlamaların halkımızın Peygamber sevgisinin berrak bir tezâhürü olduğu hususudur.
Son yıllarda Efendimiz'in doğumu, milâdî tarihle sabitlenerek her yıl Nisan ayının ikinci yarısında “Kutlu Doğum” tesmiyesiyle modern Türkiye’nin modernleşme sürecindeki insanına özgü faaliyetlerle kutlanmaya başladı.
Bu millet her vesileyle Efendisine olan hâlis sevgisini göstermiştir. Ancak bu sevgi, kimi dindar çevrelerde, belki de modernleşme sürecinin ruhuna uygun olarak, “Kutlu Doğum Haftası” aktiviteleriyle çerçevelenmeye başlamıştır. O’na duyulan sevginin, O’na adanan itaat duygularının bu dar zaman dilimine sıkıştırılma emâreleri zuhur etmiştir.
Bir diğer ifade ile, Müslümanlar; ortak değerleri “Hz. Peygamber”i, farkında olmadan her yılın Nisan ayının ikinci yarısındaki Kutlu Doğum faaliyetleriyle sınırlandırmaya, O’nun öğretilerini, kişiliğini, dâvasını ve insanlığa olan mesajını bu dönemde öncelikli gündemleri yapmaya başlamışlardır. Ama ne yazık ki; yılın en geniş alanında ise, O’nu, gündemlerinin çok gerisinde tutmaya, gelecek yılın Kutlu Doğum faaliyetlerine kadar bir nevi unutma gafletine mûbtela görüntüsünü vermekteler.
Bu tarz bir sevgi, zehirli bir sevgidir. Sıkıştırılmış bir zaman diliminde sevgi izhârı yarışına girip, O’na duyulan sevgiyi bu döneme hâs kılarak, aslında O’nu hayatın dışına itmekteyiz. Peygamberî sevgiyi yaşatalım derken, bu tehlikeye ne kadar dikkat ediyoruz acaba?
Peygamber sevgisi elbette kutsaldır. Zira bu sevgi, Allah sevgisine taalluk eder. Nasıl ki, Allah sevgisi hayatın her alanına, yılın her ayına, ayın her haftasına, haftanın her gününe yansıması gerekiyorsa; Peygamber sevgisi de hayata buna paralel yansımalıdır. Bu, Mü'min olmanın gerektirdiği elzem hâldir.
Allah, Peygamber üzerinden Mü’minlere şöyle seslenir: “(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (âl-i İmrân: 31)
Allah’a giden yol Peygamber’den geçer. O’na uğramayan bir sevgi de Allah’a ulaşmaz. Yukarıdaki âyetin mesajı bu meyanda gâyet âşikârdır: “Allah’ın sizi sevmesini ve bağışlamasını istiyorsanız eğer; Paygamber’e uğrayınız, O’na kalben ve amelen biat ediniz, böylece Allah da sizi sevsin!”
Aynı sûrenin devam eden âyetinde de şöyle buyurur Cenab-ı Hak: “De ki: Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki; Allah kâfirleri sevmez.” (âl-i İmrân: 32)
Peygamber’den yüz çevirmek, O’na itaat etmemek küfürle denk tutulmuştur. Bundan dolayıdır ki; kelime-i tehvidin tamamlayıcı kısmı “Hz. Muhammed”dir, Allah muhabbetinin mütemmim cüz’ü de Hz. Muhammed sevgisidir.
Bu anlamda birçok hadis vardır. Meselâ, Abdullah İbnu Hişâm’ın rivâyet ettiği hadisde olduğu gibi: “Biz Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalâtu vesselâm, ömer'in elinden tutmuştu. Hz. ömer:
‘Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bana, nefsim hâriç her şeyden daha sevgilisin!’ dedi. Rasûlullah hemen şu cevabı verdi:
‘Hayır ya ömer! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça imanın eksiktir!’
Hz. ömer’de bunun üzerine: ‘Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!’ dedi. Efendimiz de: ‘İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey ömer!’ buyurdular.”(Buhari: 6/2445, Hadis No: 6257)
Hadis şârihleri, Hz. ömer’in cevap vermeden önce düşündüğünü, tedebbür ettiğini, istidlâl yoluyla bunun nedenine kani olduğunu söylerler.
çünkü bu sevgi, insanın varoluşsal anlamını işaretler; hem bu dünya yurdunda, hem de ahiret yurdunda saadet kapılarını aralar. Kul ve Rabbi arasında bir köprüdür. “Ontolojik güvensizlik” gayyâ kuyusunun dibine yuvarlanmış bedbahtlar bunu nereden bilsinler ki?..
Bu iman hakikatidir ki, dünya Müslümanlarını Peygamberlerine karşı aynı sevgi, saygı ve itaat çizgisinde buluşturuyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Hz. Peygamber, Müslümanların hayatta en hakiki birleştirenidir; Kur’an’ı anlamada, ibâdette, güzel ahlâkta... Sözün özü; O, öğretileri ve örnekliğiyle hayat ve rahmet kaynağıdır.
Bu yüzden de O’nu hayatımızda Kutlu Doğum faaliyetleriyle sınırlandırmamamız gerekir. O’nun öğretilerini ne kadar çoğaltır ve hayata yayarsak, bu dünyadaki serüvenimizi de o kadar anlamlı ve amacına uygun kılmış olacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.