Ecnebi tezlerine karşı, çözüm ekseni…
Başta “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet/özerklik” olmak üzere, günümüzde ortaya atılan “tezler” yeni değil, bir asır öncesinde hararetle ortaya atılmıştı. Bu açıdan Bediüzzaman’ın cevapları, başta “demokratik özerklik” olmak üzere diğer bütün tartışmalara açıklık getirir.
Osmanlının çözülüşüne çözümler aranırken, istibdattan kurtulma çâreleri olarak devrin fikrî sıkıntılı ve çalkantılı kargaşasında piyasaya sürülen “Osmanlıcılık”, “Türkçülük” ve “İslâmcılık” akımlarına mukabil kurtuluşu entelektüel “ferdiyetçi fikirler”de ve yine bir “Batı reçetesi” olan “Anglo-Sakson adem-i merkeziyet”te görenlere en evvel Bediüzzaman itiraz eder.
Temelde millî muhabbetle millî birlik ve beraberlik bağlarının tahkimini öneren Bediüzzaman, Kürtlere hitâbede, “Kavimlerin maddî ve mânevî kalkınma ve refahının milletin hâkimiyetini temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyet” olduğunu ders verir.
Bütün Osmanlı unsurlarının bir arada olmasıyla kuvvet kazandığını beyân eder. “Biz ki ekseriz (birlikte çoğunluğuz) muvahhidiz (Allah’ın varlığına ve birliğine inanan Müslümanlarız.) Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı (birlik ve bütünlüğü) temin edecek millî muhabbet ile muvazzafız (vazifeliyiz)” diye yazar.
Ecnebi mihrakların “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet” perdesinde İslâm milletleri arasına sokmak istediği “kavmiyetçilik”, etnik ve bölgesel ayırımcılık belâ ve fitnesine karşı, “birlik ve bütünlük yönümüz olan “merkezî usûl”ün önemini ortaya koyar.
İslâm dünyasını istilâ etme emelindeki emperyalist güçlerin “muhtariyetçi düşünceler”le İslâm âlemini parçalayıp sömürgesi haline getirmek amacıyla istimal ettiklerini belirtir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 161-165;183-184)
“ÂHENGİ TERAKKİ” MERKEZÎ USÛLLE OLUR…
Sahici ve sürdürülebilir kalkınmanın, “demokratik merkezî usûl”le ülkenin demokratikleşmeyi başarmış, hak ve özgürlüklerle olabileceğini ısrarla ifâde eder. “Adem-i merkeziyet” ve “muhtariyetin/özerkliğin” ciddî sakıncalarını nazara verir. Bunun en evvel Kürtlerin zararına olacağını ikaz eder.
Meşrutiyet yıllarında İstanbul’daki hitap ve nutuklarından, gazetelere yazdığı makalelerden Şark’ta aşiretlere verdiği “Meşrûtiyet ve hürriyet dersleri”ne, mahkeme müdafaalarından te’lif ettiği risalelere ve lâhika mektuplarına kadar bütün yazılarında vatanın ve milletin birliğini esas alan Bediüzzaman, her vesileyle “Kürdistan” düşüncesini ve “federasyon” bölünmesini reddeder.
Bu tezin dehşetini, on üç asır önce ölmüş câhiliye âdeti ırkçılığın dirilmesi, fitnenin uyandırılması ve istikbal semâmızda cennet vatanımızın cehenneme çevrilmesi olarak niteler. Bu tür tezlerin peşine düşenleri, “fikirleri karıştırıp hürriyet ve meşrûtiyeti takdir etmeyenler” olarak tanımlar. (Münâzarât, Eski Said Dönemi Eserleri, 229)
Demokrasinin yaygınlaşması ve yerelleşmesinin, her kavmin devamlılık sebebini sağlayan millî örf ve âdetlerini ve kendilerine mahsus dili ve edebiyatının fikrî kabiliyet kapasitesine uygun olarak geliştirilmesi ve korunmasıyla bütün demokratik kültürel hak ve hürriyetlerin temininin gereğini bildirir.
Bediüzzaman’a göre, “âhengi terakki” dediği, medeniyetin tatlı suyundan ortaklaşa içmeleri, demokrasi, hak ve hürriyetlerde gelişmeleri, çeşitli kavimlerin ve bölgelerin eğitim, irfan, sosyal ve iktisadî açıdan seviyesi aynı gelişmişlik seviyesine gelmeleri için, vatandaşları birbirine bağlayan mânevî ve maddî bağların kuvvetlendirmesiyle olacaktır. Bu da ancak “usûl-u merkeziye” olur…
İNANÇ VE VATANDAŞLIK ESASI…
Maddî ve mânevî kalkınma için “şahsî teşebbüs”ün, inisiyatif alan cesur ve müteşebbis tavrın, sorunları çözme ve gelişme yolunu açmada büyük önem taşıdığını ifade eden Bediüzzaman, “İstibdat devrinde hükümet çeşme başıydı; oradaki bozulma her tarafa zarar veriyordu. Ama hürriyet ve meşrûtiyetten sonra hükümet merkezi havuz oldu, pınarlarsa halkta ve öyle olmalı” ifâdesiyle sözkonusu “merkezî usûl”un önemini zihinlere sunar. Kürtlere, meşrutiyeti, demokrasiyi ilim, fazilet ve ahlâk altyapısıyla takviye etmekle, demokrasi ve hürriyetleri çabuklaştırabileceklerini, bunun için gayret göstermeleri gerektiğini, aksi halde salt şikâyet edip başkalarını suçlayarak, birbiriyle didişerek vakit geçirmenin bir netice vermeyeceğini ikaz eder.
Gerçek bir hürriyetçi demokrasiyi, millet hâkimiyeti ve milletin temsilcileri Meclis’in kontrolünde çalışan hizmetkâr devlet olarak tanımlayan Bediüzzaman, Şarkî Anadolu’da aşiretlere verdiği derslerde, “Öyle ise kendinizden şikâyet ediniz. Her kabahati devlete ve Türklere atmakla aldanırsınız” uyarısında bulunur. (Münâzarât, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 225)
Bediüzzaman, “Türklerin ve Kürtlerin tam birleşmiş İslâmî ve dinî bir milliyet teşkil ettiğini” belirtir. İnanç ve vatandaşlık bağları ekseninde çözüm yolunu gösterir. (Hutbe-i Şâmiye, 228)
Çoğu yabancı merkezlerde hazırlanan “yol haritaları”nın, ecnebilerin üflediği uçuk tezlerin bir işe yaramadığı görüldü, görülüyor. “Demokratik açılım” ve “özerklik” tartışmalarında Bediüzzaman’ın bu temel tespitlerine mutlaka kulak verilmelidir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.