Kutuplaştırma ve tahrik siyaseti…
Daha “ucûbe heykel” atışması bitmeden, bu kez “içki tartışmaları” başladı. Belli ki iktidar partisi bu tür siyasî kavgalardan hoşnuttu ki üzerinden haftalar geçmesine rağmen tartışmalar bir türlü bitmedi. Bu gürültüde, Kültür Bakanlığı’nın depolarından çıkarıp çeşitli yerlere diktiği heykeller üzerinde durulmadı…
Karşılıklı suçlamalar, stad açılışında Başbakan’ı ıslıklayanların 40 bin kişi olduğu ya da 400-500 kişiyi aşıp aşmadığı, bunların “protestocu” yahut “provokatör” oldukları, TOKİ’nin stadın sırtından büyük para kazandığı, müteahhide 460 milyon lira ihâle etmesine karşılık stad yapımı için 310 milyon lira ödediği münâkaşaları gırla gitti. Akabinde “AKP ile Hizbullah arasındaki ilişkisi ve işbirliği” iddiaları anamuhalefet tarafından gündeme getirildi. Bu karambolde “örgüt üyeleri”nin yargılanmasının 10 yıl boyunca sonuçlanmamasının, tahliye edilmelerinin ve tahliyeden sonra yurtdışına kaşçılarının ihmallerine dair iddialar güme gitti.
Bu süreçte “İçkinin büyük bir ihtiyaç” olduğu anlamına gelen sözlerini düzetmesinin ardından geçtiğmiz hafta Manisa Alaşehir’de Esnaf ve Sanatkâr Kredi ve Kefâlet Kooperatifi’nin genel kurulundaki konuşması sırasında ezânın okunması üzerine, “Ben, ’ezan okunurken konuşmaya devam edilebilir’ diye bir fetva aldım. O yüzden konuşmama devam edeceğim” diyen Başbakan Yardımcısı Arınç’ın çıkışı, yeni bir gereksiz tartışmayı başlattı.
Lâkin CHP’li milletvekillerinin Adalet Komisyonu’nda alıntı yaptığı “Atatürk’ün Bursa nutku”nda “Türk genci devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Elle, taşla, sopayla, silâhla nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır” ifadeleri, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun müdahâlesiyle siyasetin gerçek gündemden kaçışına son gerekçe oldu. Diğer tartışmaları geriye itti. Gelinen safhada, CHP’li üyelerin komisyondan çekilmeleriyle ileri sürdükleri “komisyonun yok hükmünde olduğu” tartışmalarıyla karşılıklı “siyasî şov” suçlamaları yapılmakta.
İÇ GÜNDEM SAPTIRILIYOR…
Nevzuhur gündemleri ortaya atan siyasetin peşinden karşılıklı “tahrik siyaseti”ni “sapırma”, “sövgü, “sokak ağzı”, “küfür”, “bağırıp-çağırma!” azarlamaları, “ağzına biber sürme” eleştirileri üzerinden kaba lisânla kutuplaştıran tırmandırma siyaseti, belli ki siyasî havayı lehine çevirmeye mâtuf. Sert uslûp bunun için sürdürülüyor; seçmen nezdinde sandıktan karşılığı bekleyen seçim odaklı söylemlerin amacı bu...
Ne var ki bu arada olan Türkiye’ye oluyor. Türkiye’de bir garip oyun oynanıyor. Ülkenin gerçek iç ve dış gündemi teğet geçilerek, politik polemiklerle gerçekler kamuoyundan gizleniyor.
Mesela, referandum öncesinde bol bol propagandası yapılan, “12 Eylül darbesini yapan darbecilerin ve yardımcılarının hesap verebilmeleri” ile “Yüksek Askerî Şûra kararlarıyla ordudan atılanların mahkemelerde haklarını arayabilmeleri ve mağduriyetlerinin giderilmesi” vaadleri bir yana; “vatandaşların Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkı”nın ardındaki gerçek bunun bir örneği.
Gelinen noktada “uyum yasası”nı beklemekle kilitlenen Anayasa Mahkemesi’nin bizzat Başkan’ın ikrarıyla, sözkonusu “başvuru hakkı”nın ancak iki yıl sonra işleme konulabileceğini peşinen deklâre etmesi bir yana, referandumdaki son değişikliğin vatandaşların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru hakkını zorlaştıran ve geciktiren ek bir bariyer olduğu ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde söz verdiği hükümleri en çok ihlâl eden ve mahkûm olan ülke. Türkiye, daha düne kadar komünist dikta rejimlerinin zulüm ve baskısı altında demokrasi ve özgürlüklerin kelepçeye vurulduğu birer demirperde ülkesi olan Rusya, Ramanya, Ukrayna ve Polonya’nın önünde olduğu, bizzat AİHM Başkanı Jean Paul Costa’nın “2010 yılı raporu”yla ortada…
Buna karşılık, şimdiye kadar Yargıtay ve Danıştay’ın temyizinin ardından haklarını aramak için AİHM’e şikâyette bulunan vatandaşlar, referandumdan sonra Anayasa Mahkemesi’nin -şimdiki vaziyetiyle ne kadar süreceği belli olmayan- kararını beklemek zorunda kalacaklar…
DIŞ GÜNDEM GEÇİŞTİRİLİYOR…
Keza dış gündem geçiştiriliyor. Örneğin bu vetirede hükûmetin Tunus ve Mısır olayları karşısındaki suskunluğu dikkat çekici. Başbakan Erdoğan’ın Obama ile temennilerin ötesine geçmeyen görüşmelerin ötesinde, Dışişleri Bakanlığı’nın ve Bakan Davutoğlu’nun önce Tunus’taki, sonra Mısır’daki vatandaşların güvenliklerinin sağlandığı ve sağ sâlim ülkeye dönme tedbirlerinin alındığının ötesinde herhangi bir açıklama yok. Yine İsrail’in dokuz vatandaşı katlettiği, onlarcasını yaraladığı ve yüzlercesini günlerce psikolojik baskı ve işkence altında tuttuğu Türk bayraklı Mavi Marmara baskınına ilişkin hazırladığı raporu Ankara ciddî bir biçimde eleştirdi. “İsrail’in raporu”nun delil karartan ve gerçekleri tersyüz eden hukukî muhtevadan yoksun olduğunu belirtti. Ancak, “İsrail’den hesap sorulacağı” iddialarının altının boş çıkması bir yana, Ankara’nın kınadığı ve reddettiği “İsrail raporu”na arka çıkan “stratejik müttefik” ABD’ye ve İtalya’ya tek kelime söylenmedi. Başbakan Erdoğan Bush’tan sonra “model ortaklığı” devam ettiren Obama’ya ve samimi dostu Berlusconi’ye tek kelime söylemedi… Tıpkı Müslüman komşu Irak’ı işgalle iki milyon insanı katleden ABD’ye tek kelime ta’rizde bulunmadığı gibi… Kısacası, siyasî atışmalar ortasında çoğu kez basit ve içi boş tartışmalarla kamuoyu oyalanıyor. Ve ne yazık ki siyaset de iktidarıyla, muhalefetiyle siyasî rant uğruna bu oyunu sürdürüyor. Seçime kadar da sürecek gibi. Yazık, çok yazık…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.