“Kâğıttan kaplan”a tepki; darbelerin arkası ve amacı (2)
Aslında 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a bütün darbeler, Demokrat Parti ve devamı Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi’ne karşı yapıldı. Maksat, topyekûn Demokratları dağıtmaktı…
Meselâ Demokrat Parti’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun, öncelikle—darbe sonrası—Demokrat Parti’yi devam ettirecek bir güç olarak gördükleri için idam etmeleri, darbenin asıl amacını deşifre ediyor.
Bediüzzaman’ın, “İslâmiyetin kahramanı” olarak vasıflandırdığı merhum Menderes ve İçişleri Bakanı Nâmık Gedik’le birlikte ““İslâmiyete ciddî taraftar mühim zatlar”dan saydığı “Tevfik İleri’den de (Emirdağ Lâhikası, 449) ileride Demokratları derleyip toparlayacağı için korktular. Ancak zaten ağır hasta olduğu için idama gerek görmediler. Ancak ağır hasta olduğu için idam etmeyip ismini “müebbetler” arasına alıp hasta haliyle hapishanede ölüme terk ettiler. Nitekim çok geçmeden İleri’nin hastalığı nakledildiği Kayseri Cezaevinde daha da ağırlaştı ve Hakk’ın rahmetine kavuştu…
Yine örtülü ödenek harcamalarına kadar her şeyi tek tek kaydeden ve ülkeyi on yıl içinde maddî kalkınmanın şâhikasına ulaştıran Mâliye Bakanı Hasan Polatkan da belli ki ecnebileri oldukça rahatsız etmişti. Türkiye’nin kalkınmasını ve gelişmesini istemeyen mihraklar, bekledikleri rantı alamamamın öfkesiyle darbeye destek verip, onu da katlettiler…
“DARBELERİ KORUMA” DEMOKRATLIĞI!
Dünden bugüne başta Başbakan olmak üzere AKP’lilerin “millî görüş gömleği”ni çıkarıp atmalarının ardından AKP siyasî iktidarının ABD ile “stratejik müttefiklik”ten “model ortaklık”a varan Afganistan ve Irak işgaline destek veren politikaları meydanda. Bunu millet âdeta kanıksadı. Ancak, darbelerin arkasındaki “Amerikan parmağı”ndan inkâr, doğrusu merak konusu.
Hayatları boyunca her taşın altında “siyonizmin parmağı”nı arayanların birden “Amerikancı” kesilip Amerika’daki Yahudi lobilerinden 28 Şubat postmodern darbe cuntacılarıyla birlikte “Yahudi cesâret madalyası” almaları, ibret-i âlem…
“Kâğıttan kaplan” tartışmasıyla uç veren AKP’nin ikircikli hali ortada. AKP’nin referandum sürecinde, Erdoğan’ın resmini Özal ve Menderes’in fotoğrafı yanına afişleyip, “12 Eylül’de 12 Eylül yargılanacağı”, “13 Eylül sabahınde Evren ve ihtilâlci konsey üyelerinin hemen tutuklanacağı ve yargılanacakları, Menderes’in katillerinden ve 28 Şubatçılardan hesap sorulacağı” iddiasının akabinde, “12 Eylül darbecileri” hakkındaki soruşturmanın yeni “Anayasa değişikliği”yle Yargıtay Başsavcısına havalesi, bunun en açık örneği…
Gerçekten “12 Eylülcüler”in yargılanması ne oldu? Demokrat Parti Genel Başkanı Nâmık Kemal Zeybek’in ifâdesiyle, “Referandumda köpürtülen 12 Eylül’ü yapanların yargılanması nerede?” “Halkın seçtiği hükûmeti deviren, doğrudan milletin ruh köküne karşı bir saldırıya dönüşüp İslâmı hasım ilân ederek mâneviyatımıza saldıran 28 Şubatçılar neden yargılanmıyorlar?” Bütün bu sorularının cevapsız kalması, AKP’nin darbelere karşı kırılgan “duruşu”nu su yüzüne çıkıyor.
“12 Eylül darbecileri” için diyelim ki AKP’nin muhalefetin bütün taleplerine rağmen inadına kaldırmadığı “zamanaşımı” var. Peki, “28 Şubatçı postmodern darbelcileri”nin ellerini kollarını sallaya sallaya gezmelerinin gerekçesi nedir? Neden yüzbinlerce vatandaşa işkence eden, fişleyen, hak ve özgürlüklerini katleden darbeler korunup kollanıyor? Niçin “açık bir müdahâle olduğu” bazı bakanlar ve iktidar partisi temsilcilerince ikrar edilen 27 Nisan e-muhtırası sorgulanmıyor; üstelik muhtırayı bizzat kaleme alan “emekli paşa” ödüllendiriliyor?
DARBELERİN ASIL HEDEFİ…
Neticede darbeye ortam hazırlıklarının, darbeye teşebbüs düşüncelerinin, olmamış müdahâlelerin, başarılmamış darbelerin, “darbe günlükleri”nin soruşturulduğu süreçte, AKP siyasî iktidarının 28 Şubatçılara yönelik “suskun” tavrı, istifhamlara yenilerini ekiyor…
Neticede, ABD’nin Avrasya’daki stratejik vizyonunu övüp “AKP iyi yolda” diye takdir eden 28 Şubat postmodern darbesi mimarı Çevik Bir’in, Amerikan Yahudi lobisinden “laikliğe hizmetlerinden ötürü” aldığı “liderlik ödülü” verildiğine ve bakıldığına, bu sorunun cevabı kısmen anlaşılıyor…
Önceki gün Adalet Partisi’nin 50. kuruluş yıldönümü idi. “Dörtlü takrir”le Demokrat Parti’nin kurulmasıyla Türkiye’nin çok partili siyasî hayata geçmesinin üzerinden 65 yıl geçmiş. Meşrûtiyet’ten bu yana 150’den fazla parti kurulmuş; çoğu ya darbelerce, ara dönemlerce tepeden inme kapatılmış ya da kapanmış. Ülke “partiler mezarlığı”na dönüşmüş…
Darbeler yanız demokrasiyi değil, siyasî partileri de tahrip etmiş. Demokrasi hâfızasını silmiş, siyasî kültürü ve birikimi yok etmiş. Batı demokrasilerinde yüzlerce yıllık partilere karşılık, Türkiye’nin en uzun ömürlü partisi, fiilen çeyrek asrı aşmamış. Darbe sonrası “darbe ortamı”ndan ya da gerçek misyon partilerinin veto ve yasaklı olmasından istifadeyle kurulan “izinli” ve “icâzetli” partiler de “darbe anayasaları” gibi kısa zamanda “demode” olmuş.
Özetle, her darbe ve ara dönem sonrasına olduğu gibi, “ikinci perde”de, DP-AP-DYP iktidarlarını alaşağı eden demokrasi inkıtaının akabinde yüzbinlere getirilen siyasî yasaklarla darbe ve ara dönem ürünü “yenilikçi”, nevzuhur partilerin kurdurulması, “sahte ve yeni yetme demokratlar”ın sahneye sürülüp kısa zamanda iktidara getirilmesi, Türkiye’de darbelerin asıl amacını açığa çıkarıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.