Hilâl ve Yıldız’ın avdeti
Evet, doğru, Batı Arab âlemi’nden bîhaber! Ama acabâ bizler bu konuda ne haldeyiz?
Onyıllar boyu dudak büküp omuz silkdiğimiz “baldırıçıplak, entârili Arablar”a dâir neler biliyoruz?
Acabâ daha “Arab” ile “Zencî”yi ayırdedebilmekden âciz olduğumuzun idrâkinde miyiz?
“Arab saçı; Arabın derdi kırmızı papuç; Arab aklı; odundan maşa, Arabdan paşa olmaz” gibi sözlerle daha kimi küçümsediğimizin bile farkında olamayışımızın sebebleri üzerinde kafa yorduk mu hiç?
Ayriyyeten mâzîmizden kaçarken ve faltaşı gibi gözlerle târihimizden dışarı uğramışken târîhimizin arkadan yetişip bizi “sobe”lediği kafamıza dank ediyor mu bir sâlise bile olsa?
İki ufak, ama tipik örnek vereyim:
“Biz Libya’yı hem İtalyanlara hem Türklere karşı savunduk.” diyen ahmağın adı “Seyfülislam” yâni “İslâmın Kılıcı”. Batılı haber ajansları bunu “Sayf al Islam” olarak veriyorlar. Olabilir. Onların Şark kültürüyle alâkaları yok. Bunun da meselâ “Nûreddîn” (Dînin ışığı) gibi tamlama şeklinde bir şahıs adı olduğunu bilmemekde mâzurdurlar. Lâkin adamın adı Sayf soyadı ise al İslâm sanan ve üstelik aynı cümlede onu “Kaddâfî’nin Oğlu” olarak tanıtmayı da ihmâl etmeyen Türk muhâbirle onun aynı cehâletdeki editörünü ne halt edelim? “Babasının soyadı Kaddâfî ise oğlunun adı neden ‘al İslâm’ oluyor?” sorusunu soracak mantık salâbetinden dahî mahrum bu iki zekâ kumkumasının turşularını mı kuralım yoksa onları saksıya mı yerleştirelim?
İkinci misâlimse Libya’nın bayrağıyla ilgili. Resmî bayrakları, 42 yıl
önce Kaddâfî iktidârı ele geçirdikden sonra düz yeşil bir zemînden ibâretdi. Birkaç gündür ansızın ortaya çıkan bayrak ise ufkî kırmızı-siyah-yeşil bir “trikolor”un siyah şeridi üzerinde bir “ay-yıldız” şeklinde. Bu, Libya’nın, bağımsızlığını kazandıkdan sonraki ilk bayrağı.
Dikkat edilirse Tunus’un bayrağı üzerinde de bir hilâl ve yıldız vardır ve Mısır bayrağı da Nâsır gelene kadar Türk bayrağının aynıydı. Sâdece al zemîn değil siyah zemîn üzerine ay-yıldız.
Tunus 1881’e, Mısır 1914’e ve Libya (Trablus-Garb) ise 1911’e kadar Türkiye sınırları içindeki vilâyetlerdi. Bunları bilmeksizin Kuzey Afrika’yı ancak Berlin, Paris veyâ New York’da oturan alelâde bir muhâbir kadar anlayabilirsiniz. Hattâ o kadar bile değil, zîrâ onun eli altında buralarıyla ilgili bir alay bilgi ve belge bulunur. İstediği an onları iki tık’la çıkarabilir.
Bu “Yeni Osmanlıcılık” değil târihle randevudur. Çünki Osmanlı bizim kaderimizdir!
Türkiye’nin Afrika’da dört “Beylerbeyiliği” vardı:
Kâhire merkezli Mısır Beylerbeyiliği, Cezâyir Şehri merkezli Cezâyir Beylerbeyiliği, Trablus-Garb Şehri Merkezli Trablus-Garb Beylerbeyiliği ve Massava merkezli Habeş Beylerbeyiliği.
Güneydeki Sûdan ve Zencî Bornu Kırallığıyla berâber 8,7 milyon kilometrekare arâzî ve takrîben 17 milyon nüfus.
Türkler 1551’de İspanyolları atarak Libya’nın Katolik olmasını önledi ve 1911’de de İtalyanlara karşı savundu.
Libya Fâtihi Turgut Reis, Libya Müdâfii ise Miralay Mustafa Kemâl Bey idi!