BDP geçmişi unutuyor mu?
Seçim takvimi resmen işliyor ve anlaşılıyor ki bu sürecin anahtarı yine Kürt meselesi.
Şu sıralarda pek bir unutkanlaşan ve kendilerini Kürt siyasetinin patronu kabul edenlere bazı hatırlatmalarda bulunmak faydalı olabilir. Zira özellikle BDP, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini yok sayan kışkırtıcı bir dil kullanıyor.
***
Kürt meselesinin çözümünde samimi olan Turgut Özal’n ölümü, hemen tüm kritik alanlarda ‘sistem’in yeniden hakim olmasını sağladı.
O dönem siyasi yasağını kaldırmak için mücadele eden Süleyman Demirel, ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ diyerek sanki Özal’la başlayan reform sürecini devam ettireceği izlenimini vermişti. Demirel elbette avantajlıydı. Çünkü Özal gibi bürokrasiyla kavgalı değildi ve amacı çözüm değil, sistemin yeniden meseleye el koymasıydı.
1991’de ANAP seçimleri kaybetti. DYP-SHP koalisyonu, yani Demirel ve Erdal İnönü, Kürt meselesinde önemli adımlar atılacağının sinyallerini verdiler. Üstelik SHP, kendi listelerinde HEP’i, yani Leyla Zana ve arkadaşlarını da Meclis’e taşıdı. Hükümet bölgeye Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’le birlikte gitti. Coşkuyla ve ‘Biji Demirel’ sloganlarıyla karşılandılar.
***
Peki sonrası? Önce HEP tasfiye edildi. Ardından Demirel’in şemsiyesi altında bugün kanlı bir dönem başladı. Fail-i meçhuller, yargısız infazlar, devlet içinde irili ufaklı bir yığın çete ve daha pekçok hukuk dışı gelişme.
Askeri açıdan PKK’ya karşı sağlanan bazı üstünlükler, aslında sorunu daha da derinleştirdi. Türkiye, ezdiğini düşündüğü bir sorunun ne kadar geniş bir alana yayıldığını göremedi.
***
AK Parti’nin iki iktidar dönemini, Özal’ın ANAP’ıyla karşılaştırmak pekçok bakımdan mümkün değil. Özal, bu kadar geniş bir siyasi güce ve temsil derinliğine hiçbir zaman ulaşamadı. Onunla ilgili değerlendirme ve takdirler, o günden çok bugüne aittir.
Dahası AK Parti ve Tayyip Erdoğan, Özal gibi hızlı güç kayıpları yaşamadı, hatta gücünü artırdı. Parti içinde ANAP’a benzer ayrışma ya da kopmalar da olmadı.
Kürt meselesinde bu dönemde yapılanları, cumhuriyet tarihinin herhangi bir dönemiyle karşılaştırmak da imkansız. Demirel’in inşa ettiği kirli savaş döneminden çıkılarak, öncelikle ekonomik adımlarla bölgenin refahı artırıldı. Bölge insanıyla devlet arasındaki güven ilişkisi yeniden kuruldu.
Yine Erdoğan, özellikle Kuzey Irak meselesinde son derece kararlı ve doğru politikalar izleyerek Türkiye’nin politik manevra alanını genişletti. Buna bir de demokratik hak ve özgürlüklerle ilgili çabalar eklenince, çözümle ilgili umutlar ve beklentiler arttı.
Son gözaltılarla birlikte ciddi bir sarsıntı yaşansa da, devlet içindeki gayrı meşru güç odaklarıyla yaşanan hesaplaşma ve yakın geçmişin ordu-yargı güç dengesinin siyaset lehine bozulması da, süreci daha kalıcı hale getirdi.
***
Tüm bunların ardından BDP-PKK hattına söylenecek söz şu. Türkiye çok ciddi mesafeler aldı, 2011 seçimlerinin ardından bu süreci devam ettirecek bir yönde ilerliyor.
Peki neden tüm bunlar ve yakın geçmiş yok sayılarak, ısrarla ve inatla Soğuk Savaş döneminden kalma tezlerle savaş çığırtkanlığı yapılıyor?
Bu süreci, üstelik DTP’nin Habur’u sabote etmesine rağmen ayakta tutan Erdoğan, niye ısrarla ‘şahin’ olarak tanımlanıyor?
Türkiye, çözüm için ciddi bir yola girdi. BDP de buna gerçek anlamda siyasi katkı sağlamanın yollarını aramalı.