Batıl özgürlüğü
Haber alma hakkı, haberi üçüncü kişilere ulaştırma hakkı, yorum hakkı, tenkit hakkı. Bilgi edinme hakkı. Bunlar çağdaş dünyanın olmazsa olmazlarıdır. Matbuat en eskiden kitaptır. Yanında bir de mektup vardır. Günümüzün polis köpekleri misali postacı güvercinler eğitilir. Sonra mecmua doğar. Bir gün insanlık birden telefon denen bir aletle tanışır. Telefonu radyo takip eder. Ajanslar devreye girer. Ardından televizyon başköşeye çöreklenir. Sinema aynı zamanda basın da sayılamaz mı? Şimdilerde internet ve cep telefonlarına bile basın denemez mi? Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki uyanış, bir internet ve cep telefonu devrimidir. Dünya Harplerini radyo haber yapar, işgalleri TV, halk isyanlarını internet ve cep telefonu.
Kuvvetler üçe ayrılır, yasama, yürütme yargı. Fakat bir kuvvet daha vardır. Basın... Basına da dördüncü kuvvet denmiş. Bütün öteki kuvvetlere tesir eden kuvvettir. Halka en fazla yön veren basındır. Elinde kalem veya kamera olanın kalbinde de vicdan olması gerekir.
Basın tarihimiz çok da iftiharlık değildir. Matbuatımızın geçmişi nifak, tahrik ve iltifatlar üzerine kuruludur. Geçmiş sayfalara baktığınızda Osmanlı düşmanlığı, tek parti dalkavukluğu ve darbe kışkırtıcılığı hemen göze çarpar. Arka teker, ön tekerin yolunda.
Avrupa ve Amerika’da böyle gazete görmedik.
Mertek kadar harflerle manşetler.
Ve çıplaklık pazarlayan fotoğraflar.
Washington’da bize şöyle bir olay naklettiler. Bir Türk talebe, bir kütüphanede çalışırken bir ara internetten Türk gazetelerine girip ülkesine dair malumat almak ister. Bir süre sonra kütüphane idaresi ikaz eder: ‘Lütfen uygunsuz sitelere girmeyin.’ O gencin ruh halini düşünmek lazım. ‘Bunlar memleketimin gazeteleri’ dediyse Türkiye’yi kötülemiştir, sustuysa kendini zora sokmuştur.
Basın özgürlüğü, basın hürriyeti baş tacı. Ekmek kadar, su kadar, hava kadar lazım.
Hem de layıkıyla olmalı.
Fakat önce bunu hak eden basın gerekmez mi?
Öyle bir çıkmaza girilmiş ki ölçülü, mesleğin itibarına özenli, kişi ve kurumlara saygılı davranan ziyan ediyor. Okuyucu eroine alıştırılır gibi çıplaklığa, müstehcenliğe, abartıya alıştırılmış, şimdilerde her kesimden ailenin düzenbaz dizilere alıştırıldığı gibi. Şu hale bakınız, zanlı bir kesim medyadan diye prens muamelesi görsün isteniyor. Hayır, her zanlı hesap versin. Press’de prens olur mu? Ortaya çıkan basın özgürlüğü değil, batıl özgürlüğüdür.
Birileri batılda ittifak etmekte.
İleri ülkelerde muhabir haber yapar, muharrir yorum yazar, sermaye gazete satar.
Onlarda satılan Çingene bohçası değildir. Bize yandaş veya yoldaş değil seviyeli medya lazım. Medya, günün birinde Simavi geleneğini terk ederek bu seviyeyi yakalarsa Türk demokrasisi de kalite kazanır. O zaman kendisi de özgürlüğüne sahip olur.
Bu olacak mı?
Olacak?
Türk Basını, Simavi geleneğinden kurtulma yolunda. Sedat Simavi, 1948’de Hürriyet’i yayınladığında ‘Ben okunmak değil bakılmak üzere gazete çıkartıyorum, Sirkeci’den Eminönü vapuruna gidene kadar okuyucu gazetesini bitirip atacaktır’ demiş, fotoğrafı ön plana alan bu anlayış, ne yazık ki bugüne dek sürüp gelmiştir.
Şimdi? Şimdi amiral batmadıysa da o artık amiral gemisi değil. Basında kanal patladı. Daha şimdiden ortalığa ne kötü şeyler dökülmeye başladı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.