Suriye kördüğümü
Arap dünyasındaki toplumsal dalgalanma Suriye'ye sıçradı; yani kıyılarımıza vurmaya başladı. 1967 savaşında kıyılarımıza vuran cesetler bizi fazla ilgilendirmemişti. 1982'deki Hama katliamında katledilenlerin çığlıklarını da pek duymadı Türkiye. O zaman PKK'ya kapılarını açan Suriye rejimiyle adeta kanlı bıçaklı olmasına rağmen içerdeki muhaliflerden yana tavır almayı aklına bile getirmemişti. Oysa Türkiye Suriye ile nerdeyse savaşacaktı.
Türkiye ile Suriye ilişkileri bu anlamda tam bir paradokslar harmonisidir. Suriye rejiminin Baasçı laikliği kendi laikliğiyle pek barışık olduğu için Türkiye, Baasçılığa meydan okuyan İhvan'ın katledilmesini seyretmekle yetindi. Hatta böylesi bir akımın PKK gibi "bölücü terör" örgütüne yataklık yapan bir rejim tarafından ezilmesi işimize bile geldi. Savaşın eşiğine gelinen bir ülkenin muhalifleri ile de facto ittifak kurulacağı gibi mantıksal çıkarsama burada geçerli olmadı.
Daha sonra nerdeyse savaşın eşiğine gelmiş olsalar da iki rejim arasında ortak düşmanlarının ezilmesinde gizli bir ittifak oluştu. Paradoks şuradaki; Türkiye bir taraftan Suriye'nin İhvan'ı ezmesinden memnun olurken öbür taraftan bölücü tehdide kucak açmasından dolayı da savaşın eşiğinden dönülecektir.
Son dönemde Suriye ile gelişen ilişkiler, derin çelişkilerin üstüne sünger çekilip adeta yok sayılarak inşa edilmiş bir dostluk gösterisiydi. Suriye'nin derin çelişkisi devam ederken Türkiye de bu çelişkiyi yok sayarak, real politikçi bir yaklaşımla nerdeyse sınırları kaldırma noktasına geldi.
Oysa Baasçı rejimin mağduru yüz binlerin siyasal mağduriyeti hala devam ediyordu. Suriye hala bir azınlık tarafından yönetilen kapalı bir rejimdi. Ortadoğu'daki rejimlerin temel çelişkisi ve siyasal meşruiyet sorunlarının kaynağı olan zayıflık, burada kelimenin tam anlamıyla 'azınlık ve zayıflık' çelişkisine dayalı bir meşruiyet sorununu temsil ediyordu.
Son dönemde gelişen ilişkiler bu temel çelişki görmezden gelinerek bir retorik üzerine bina edildi.
Suriye'de olaylar patlak verince Esad yönetimine destek verenler körfez emirlikleri ve Suudi Arabistan kralı oldu. Ezber bozan bu destek aslında Suriye'nin İran'la kurduğu stratejik ilişki ve Hamas'a verdiği destek nedeniyle Şii kuşak denkleminin en önemli unsuruydu. Bölgede batı yanlısı "Sünni kuşak"a karşı oluştuğu söylenen Şii kuşağın en önemli partnerine Sünni unsurlardan destek gelmesi; ya da ABD dış işleri bakanı Clinton'ın Suriye'ye karşı tavırlarının Libya ile aynı olmayacağı yönündeki açıklaması nasıl yorumlanacak?
Suriye bir yönüyle son derece batıcı ve batı eksenli koalisyonda yer alan bir siyasal kombinasyon kurdu. İlk bakışta anlaşılmaz ve çelişik gelen bir denklem söz konusu. Suriye'nin girdiği ittifak ilişkileri zincirine bakacak olursak ezber bozan bir manzara ile karşı karşıya kalırız. İran, Hizbullah, Türkiye, Avrupa üzerinden Amerika'ya uzanan bir zincir söz konusu. Bu denkleme Şii kuşak tehlikesine karşı en hassas Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan'dan gelen destek açıklamalarını da eklediğimizde ilk bakışta çok karmaşık gibi görünen bir ittifaklar ağını görmüş oluruz.
Üstelik İsrail'le barış yapmamış tek Arap ülkesi olmasının yanı sıra, daha birkaç yıl önce Amerika tarafından vurulması hatta işgal edilmesini dillendirildiği bir rejime verilen bunca destek şaşırtıcıdır.
Şu aşamada İsrail'le kurduğu denge aslında bölgede 'de facto' bir durum oluşturuyor. Ne Suriye Golan'ı almaktan bahsediyor ne de İsrail Suriye tehdidinden... Bu durum zımnen bir denge oluşturuyor.
Diğer tarafta azınlık rejiminin ayakta kalması için muhtaç olduğu ve her zaman için ihtiyaç hissettiği dış dengeler (buna destek de diyebiliriz) zor zamanlarda Suriye'nin yanında olacaktır. Özellikle Baasçı laiklik bölge dengeleri açısından adeta bir tür garantör işlevi görmektedir. İhvan türü bir İslamcılığın iktidar olmasındansa gerçekte hatırı sayılır bir askeri karşılığa tekabül etmeyen İsrail'le savaş halindeki bir Suriye tercih edilir. Tıpkı Türkiye'nin çelişkili görünen ilişkisi gibi.
Bölgedeki tüm rejimleri rahatsız edecek, İsrail'le radikal bir biçimde karşı karşıya gelme ihtimali olan bir rejim değişikliğindense Nusayri azınlığa dayalı Baasçı Suriye tercih edilebilir.
Yeni durumda hala Libya'yı düzene sokamamış, Mısır'da taşları yerine oturtamamış bir Amerika'nın başına yeni bir gaile açmak istemeyeceği aşikar.
Esad rejimi bu olayları, bazı reformları gerçekleştirerek batıdan vize almak için; bir tür sistem dışı muhalif kuşaktan batı yanlısı bir denkleme geçmek için fırsat sayabilir. Çünkü Suriye'nin batı karşıtlığı ilkesel olmaktan çok azınlık iktidarının korkularından kaynaklanıyordu ve o korku da batının İslamcı korkularına denk geliyordu.
Suriye'deki rejimi olabildiğince kanlı yapan husus her anlamda azınlık ve zayıf bir kliğin devleti ele geçirmiş olmasıdır. Bu silahlı kuvvetleri elinde tutan klik, iktidarını garanti edecek her 'reforma' ve her tür kamp değiştirme formülüne açık olacaktır.
Bakalım bu durumda halkı teskin edecek, azınlığı da mutlu edecek bir formül bulabilecek mi? Bu sihirli formül Türkiye'nin elinde yok bildiğimiz kadarıyla. Kıyılarımıza vuran dalga bu kez sanılandan daha sarsıcı olabilir. Fğer Suriye, Basçı devlet refleksiyle özgürlük taleplerine cevap vermeye başlarsa Libya'dan çok daha kanlı olaylar yaşanabilir. Asıl çelişkili durumu sınırları aşacak kadar yakınlaşan Türkiye yaşayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.