Türkiye'de liberalizmin kısa tarihi
İslâmcılarla liberaller arasındaki dayanışma, 28 Şubat Süreci'nde ortaya çıktı. Bundan önce, liberaller İslâmcılara uzak, hatta laikler kampında yer alıyor olarak, düşmanlardı.
28 Şubat Süreci'nde İslâmcılar hemen hiçbir karşı tavır geliştiremediler. Darbe İslâmcılara karşı yapılmış olmasına rağmen, darbeye karşı direniş daha çok liberal aydınlardan geliyordu. Bu, darbecilerin de beklemediği bir şeydi.
Görünüşte kendilerini ilgilendiren bir durum yokken, liberallerin tutup İslâmcıların yanında darbeye karşı tavır koymaları, İslâmcıların pek hoşuna gitti. Hemen liberallere başlarının üstünde yer verdiler. İslâmcı yayın organları, çoğu İslâm'ın İ'sini bile bilmeyen liberallerle doldu. Bundan böyle, İslâmcıların siyasi iradeleri liberallere teslimdi ve İslâmcı siyasetin ne olacağını liberaller tayin ediyordu.
AKP, kuruluşundan iktidarının ilk yıllarına kadar bu yeni oluşuma çok önem verdi. Denilebilir ki; AKP'nin olanca siyaseti, bu oluşum üzerinde şekillendi. AKP son zamanlarda kendini "devlet" ile özdeşleştirdi, kendini "devlet" yerine koymaya başladı. 23 Nisan resepsiyonunda DTP'ye koyduğu tavır, MHP'li ve CHP'lileri bile şaşırttı. 1 Mayıs'ta "ayaklar baş olursa" diye bir ahlâkî ilkeyi, bir ekonomik mesele haline getirdi, aynı şekilde... Ve liberallerle olan zımnî ittifak giderek parçalanmaya başladı.
LİBERALLER NEREDEN KOŞUYOR?
Biraz uzun bir girizgâh oldu ama, anlatacağımız hadisenin mahiyetini göstermek bakımından lüzumluydu.
Yıl 1925... Nisan ayının 24'ü... Ramazan Bayramı'ydı... Genç yazar ve teknik ressam Cevat Şakir, üsküdar'daki evine döndüğünde, evinin etrafının polislerce sarılmış olduğunu farketti. Sebebini tahmin edemiyordu. İngiltere'de tahsil görmüş, çok yetenekli bir aydındı Cevat Şakir, Rufaî dergâhına mensup, derviş mizaçlı biriydi. Ama ne siyasî, ne adî cinsten polislik hiçbir işi yoktu.
Kapıya "hayrola" demeye çıktı. Dört polis aralarına alıp karakola götürdüler. Karakolda, İstiklâl Mahkemesi tarafından celbi bulunduğunu öğrendi. Baştan ayağa ürperdi. Hani şimdilerde "yargının siyasileşmesi" falan diyorlar ya... Bu işin kökeni o zamandadır. Hatta o zamanlar yargı yok, devlet vardı. İstiklâl Mahkemesi'ne çağırılansa, devlete karşı muhakkak suçlu bulunurdu. İstiklâl Mahkemesi'nin kapısından geçip de paçasını kurtarabilen hemen hiç yoktu.
Cevat Şakir Haydar Paşa'dan bir trene bindirildi. Trende onun gibi Ankara İstiklâl Mahkemesi'ne götürülen biri daha vardı: Zekeriya Sertel... Aynı dâvâdan yargılanacaklardı. Zekeriya Sertel'in çıkardığı "Resimli Mecmua" isimli dergide, Cevat Şakir'in bir hikâyesi yayınlanmıştı. Bu hikâyede suç unsuru tesbit edilmiş, bunun üzerine hem yayıncısı, hem de yazarı İstiklâl Mahkemesi'ne çağrılmıştı.
Hikâyenin adı, "Hapishanede İdam Mahkûmu Olanlar, Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?"di. Cevat Şakir vaktiyle, bir kodes macerasında böylesi mahkûmlar tanımıştı. Yarı Dostoyevski, yarı Victor Hugo perspektifi veren bir gözle onları incelemişti. Türklük gururu da kabarmış, bu adamların ölüme güle oynaya gitmelerini hayretler içinde anlatmıştı. Hikâyenin asıl maksadı, Türk'ün ölüme tepeden bakışıydı. Fakat devlet bu hikâyede "halkı askerlikten soğutmak" suçunu tesbit etmiş ve sorumlularını hesaba çekmeye karar vermişti.
Zekeriya Sertel bir Selânik dönmesiydi. Akrabaları gibi medya patronluğuna soyunmuştu. Zaman zaman komünizmi Türkiye'de yayma savaşına katılmışsa da, o gün için koyu Amerikancı ve tam bir liberaldi. Cevat Şakir de meşrebi itibariyle liberaldi. Dolayısıyla, Cevat Şakir ve Zekeriya Sertel, İstiklâl Mahkemesi'nde hesaba çekilen Türkiye'nin ilk liberalleriydi. Cebeci hapishanesine tıkıldılar.
Şeyh Said isyanı henüz bastırılamamıştı. Hilâfetin kaldırılmasına gerek Doğu'da, gerekse yurdun diğer kesimlerinde büyük bir tepki vardı. Bu hava içinde Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu kararıyla söz konusu hikâye yargılanıyordu. Savcı, Necip Ali idi. Reis Kel Ali, üyeler Kılıç Ali ve Zırh Ali. Bu üç hakim, halk arasında "üç Ali'ler" diye nam salmıştı. Savcı da onlardan aşağı kalmıyordu. Bu dört Ali'nin yüzünü gören iflâh olmuyordu.
Göstermelik bir mahkeme oldu. Sanıkların avukatı yoktu. Savunmalarını dinleyen de yoktu. Suçları büyüktü, asılacaklardı. Fakat hilâfetçi olmayıp liberal oldukları için, asılmayıp korkutulmalarına karar verildi. önce idama mahkûm edilecek, sonra affedileceklerdi. Neticede üçer yıl kalebendlik cezasıyla bırakıldılar. Sinop'taki cezasında Zekeriya Sertel'in Türkiye'nin komünist önderi olmayı kafasına koyduğu söylenir. Cevat Şakir ise Bodrum'daki cezasında mitolojiyi keşfetti ve o meşhur "Halikarnas Balıkçısı"na dönüştü.
NETİCE
Cumhuriyet'in ilk yıllarında tasfiye olunan siyasi akımlar üzerine belki binlerce kitap yazılmıştır. Ama bunların arasında liberaller de olduğundan pek söz edilmemiştir.
Gerçekten o yıllarda liberalizm, aydın muhitinde güçlü bir akımdı. Kendini daha çok "Amerikan hayranlığı" ile ifade ederdi. Ama baskılara ve sürgünlere dayanamayıp, kısa zamanda ortadan kalktı.
Liberaller uzun yıllar komünistlerle müttefik oldular. Dünyada bu iki akım birbirinin can düşmanı iken, Türkiye'de birbirini beslediler. Doğu blokunun yıkılmasının ardından, libareller hürriyet ilan ettiler ve komünistlerin pek çoğunu da yanlarına çektiler.
Belirttiğimiz gibi, 28 Şubat Süreci'nde İslâmcılar'dan yana tavır koyarak, İslâmcılar'ın siyasi şuurunu ele geçirdiler. 28 Şubat, liberalizmin ikinci doğum günü oldu. Bugün hemen hemen İslâmcı siyaset diye bir şey kalmadı, liberalizm bu sahayı büyük ölçüde zaptetti.
Şimdilerde liberaller AB bayrağını gururla dalgalandırıyorlar. İslâmcıların oylarıyla iktidara gelmedilerse de, en azından "büyük ortağı" durumundalar.