Siyasal iletişim ve temsil
Seçimler demokratik rejimlerin festivalleri gibidir. Bir yanıyla tam bir karşılaşma ve kaynaşma anına denk gelir. Bir yanıyla da insanlara birbirlerine karşı içlerinde neler saklıyorlarsa, eteklerinde ne kadar taş varsa ortaya dökme fırsatı sunuyor.
Seçimlerin veya bilhassa miting meydanlarında liderlerin konuşmalarının hedefi diğer parti temsilcileriyle bir diyalog sürdürmek değil tabi. Eteklerdeki taşlar bir mantık silsilesi içinde bir tartışma yürütmek gayesiyle atılmaz ortaya. Seçimdeki konuşmaların, tartışmaların nihai mantığı kıyasıya bir çatışmanın hatta savaşın mantığıyla aynıdır. Bu dilin bazen daha nazik ve yumuşak bir rekabet havasında cereyan etmesi sadece istisnai bir durumdur.
Beğenelim veya beğenmeyelim, demokratik sürecin işleyişi böyle oluyor. Bir fairplay ortamını kimsenin beklediği veya böyle bir süreece kimsenin katkıda bulunmaya çalıştığı yok. Üstelik seçim kampanyaları ne yazık ki sadece parti temsilcilerini birbirinin kurdu haline getirmiyor, aynı zamanda seçmeni de çoğu kez kolaylıkla kandırılabilen, şartlandırılarak tercihleri yönlendirilebilen varlıklar olarak resmediyor. Partinin politikaları veya söylemleriyle taban tabana zıt niteliğiyle temayüz etmiş adaylar parti listelerine konulurken hedeflenen, parti politikalarının o adayların görüşleri istikametinde genişlemesi değil, o adaylara bakarak seçmenin tezgaha düşebilmesi oluyor. Sevilen bir popüler şarkıcının şarkısı partinin şarkısı olarak çalındığında seçmenin sadece buna bakarak oy verebileceği de hesaplanıyor.
Aslında böyle bir seçmen hedefi, seçmene ciddi anlamda bir saygısızlık oluyor. Seçmeni duyduğu bir şarkıdan etkilenerek tercihlerini yönlendirebilecek bir özne olararak varsaydığınızda ortaya çıkan demokratik tablodan nasıl bir hayır çıkacağını da kara kara düşünebilirsiniz.
Oysa her seçim döneminde bütün partilerin hatırlaması gereken bir gerçek vardır: Seçmenler partilerin çantasında keklik değildir. Aptal yerine konularak bir iki şartlandırmayla, bir iki abartılı vaatle, partinin paradigmasıyla yeterince tutarlı olmayan bir iki vaatle kandırılabileceği zannedilen seçmen her seferinde dersini ağır bir biçimde verir. Ellilerden beri yapılan seçimlerin bir öncekinden bir sonrakine devrettiği tabloya bir bakın isterseniz. Her seferinde seçmenin en az yüzde 40'ı parti değiştirmiş görünüyor.
Bundan kesinlikle seçmenin sadakatsiz olduğu ve iyi kandıranın peşine düşüyor olduğu sonucu çıkarılamaz. Anlaşılan, bazı partiler her seferinde bu büyük zehaba kapılıyorlar. Oysa kendi seçmenini iyi tanıyan ve onun taleplerine karşı bir sadakat sergileyen partilere, seçmen, sadakatin karşılığını da mutlaka verir. AK Parti'nin arka arkaya şimdiye kadarki bütün seçimleri kazanmış olmasında bu karşılıklı sadakatin çok önemli bir payı var.
Kendi seçmenine verdiği vaatlere sadık kaldığında, yani temsil iddiasında bulunduğu tabanı temsil performansında bir tutarlılık sergilemeye devam ettiğinde, seçmeni de onu terk etmiyor.
Ancak bu temsil yetkisinin de sınırsız bir yetkilendirme olmadığı, her aşamada kendi tabanıyla bir iletişimi canlı tutmayı gerektirdiğini AK Parti'nin de unutmaması gerekiyor. Özellikle 2009 yerel seçimlerinde aday tespitlerinde seçmenle greçek anlamda bir iletişim kopukluğu yaşadı AK Parti, bedelini de yüzde 9'luk bir oy kaybıyla ödedi.
Bu seçim döneminde bu iletişim kopukluğu giderilmediği gibi bir çok yerde seçmen eğilimlerinin tam hilafına bir tavır sergilendiği çok açık görünüyor. Kendi seçmeniyle iletişim kopukluğunda tek sorunu aday listesi değil AK Parti'nin, hattta bu sorun yine de başbakanın kişisel karizmasının hâlâ yeterince sürükleyici olmasından dolayı en azından bu seçimlerde fazla hissedilmeyebilir. Ancak demokratikleşme konusunda kendi seçmeniyle aynı sadakat düzeyini sürdürebilmek için sergilemesi gereken çok daha net bir irade ihtiyacı var Ak Parti'nin. Zira seçmeni parti merkezinin zannettiğinden çok daha radikal bir demokrasi talep ediyor. Karizma bitimsiz bir otorite kaynağı değildir ve bir kez ortaya çıktıktan sonra devam edebilmesi için en güçlü beslenme kaynağı güçlü siyasal iletişim ve temsildir.
Diğer yandan bu kriterler açısından CHP'nin ölçülmesi bile neredeyse imkansız görünüyor. Kılıçdaroğlu'nun seçmeni temsilden ziyade kötü malın açıkgöz pazarlamacısı olmaktan başka bir arayışı yok gibi. Söylemi ve vaat ufku, artık modası geçmiş ve günümüzde geçerliliği olmayan bir bol kese siyasetçi tarzına ait. Son büyük temsilcisi Demirel'di bu tarzın. Başkalarının verdiğinin bir veya bir kaç fazlasını vermek gibi bir yaratıcılığı da vardı, ama bunun ülkeye maliyeti bir daha geri dönülemeyecek bir kabustan ibaret. Seçmeni aptal yerine koymanın zirvesini oluşturan bu siyaset tarzına seçmen artık kendisine vaat edilenin gayet basitçe kaynağını soruyor. Bu soruya tatmin edici ve proji bazlı cevaplar veremeyenlerin bunca tecrübeden sonra sonuçta nasıl karşılanacağını 12 Haziran'da birlikte göreceğiz.
TAZİYE
:
Sevgili kardeşim Hakan Albayrak'ın muhterem pederi Ziya Albayrak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Cenab-ı Allah'tan Merhuma rahmet, geride kalanlara sabr-ı cemil niyaz ediyorum.