‘Bidon kafalı’ halkımız
Önemli târihî dönüşümlerden geçen insanlar, olayların içinde olduklarından bunu pek farketmeyebilirler. Hani “O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.” mısraında anlatılan durum. Ben bunu somut biçimde îzâh etmek için çoğu kez 14 Temmuz 1789’u gösteririm. Biliyorsunuz Fransız İhtilâl-i Kebîri’nin başlangıç günü olarak kabûl edilir. O gün Paris’de Orduya âid bir silah deposunu basarak 28.000 tüfek ele geçiren halkdan bir kesimi, Devlet Hapishânesi olan Bastille (Bastiy) Şatosu’na taarruz etmiş ve bu hareket İhtilâl’in başlangıcı sayılmışdır. Oysa aslında pek de bir önemi yokdu. Zîrâ içeride sâdece altı mahkûm bulunuyor ve bunlar İsviçreli 30 askerin kumandasındaki 80 mâlûl ihtiyar emekli asker tarafından muhâfaza ediliyordu. Ufak bir vuruşmadan sonra zâten teslîm oldular. Yâni esâsen tüfeklerin ele geçirilmesi Bastille’in zabtedilmesinden çok daha önemliydi.
Öte yandan Kıral XVI. Louis ise olup bitenin farkında bile değildi. 14 Temmuz akşamı hâtıra defterine “Rien! Necker est parti.” (Hiç birşey! Necker (bir ahbâbı) ayrıldı.) sözlerini yazmışdı sâdece.
Ertesi sabah Gardrob Nâzırı (göreve kitakse!) Duc de Liancourt kendisine olayları anlatınca dehşete kapılmış ve şöyle demişdi: “Mais, c’est une révolte!” (Fakat bu bir ayaklanma!) Liancourt (Liyankur) Dükası ise onu düzeltmişdi: “Non, Sire, c’est une révolution.” (Hayır, Haşmetmeâb, bu bir ihtilâl.)
Bana kalırsa biz Türkler de hâlen böyle akıllara durgunluk verici bir değişimin tam ortasındayız ama bunu pek de farketdiğimiz söylenemez ki muhtemelen böylesi daha bile iyi. Çünki farketsek belki de heyecandan elimiz ayağımız birbirine dolanır kalb krizleri filan geçirirdik.
Peki, nedir o akıllara durgunluk verici değişim?
Bu ülkenin ahâlîsi târihinde ilk defâ olarak yerinden doğrulup gözlerini uğuşturuyor ve soruyor: “Yâhu, ben kimim, neyin nesiyim, etrâfımda benimle berâber yaşayan insanlar kimler ve bizler ne istiyoruz?”
Yâni Peyâmi Safâ’nın o hârikulâde ifâdesiyle “şiir devrinden şuur devrine” geçiyoruz cümbür cemaat.
Bunun anlamı artık bir Türk on düşmana mı yoksa cihâna mı bedeldir kabîlinden “sanal” konuları bir kenara koyup “reel” konuları ele almaya başlamamız.
Bakınız çok değerli hukukçularımızdan biri olan Osman Can, yine kendi alanlarında birinci sınıf bir grup arkadaşıyla geniş kapsamlı bir araştırma yaparak insanlarımızın nasıl bir anayasa istediklerini tesbîte çalışmış. Buradaki pek çok ilginç bulgu arasında benim şahsen ilk dikkatimi çeken husus halkımızın, yeni anayasada “şahıslara mâtuf” değiştirilemez ve ayrıca zâten hiçbir “değiştirilemez” madde bulunmasını istemeyişi!
Türkçesi Atatürk’e saygısı tam ama ülkeyi biraz da başkaları yönetsin istiyor.
Bundan kısa süre önce bu sütunda aynı konuyu ele alırken ben de bir yurddaş olarak bunu taleb etmişdim.
Bu araştırma büyük dikkatle okunması gereken bir metin. Buradan anlaşılıyor ki “göbeğini kaşıyan bidon kafalı” halkımız aşağı yukarı her konuda, kendi hikmetli köşelerinden o “ayaktakımı”na ayar veren bâzı meslekdaşlarımızdan çok çok daha ileri bir noktada.