Kraliçe'ye dair ilginç notlar...
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in ziyaretinde en fazla konuşulan protokol kuralları oldu. Yok, Cumhurbaşkanı'nın eşinin kıyafetinin rengi, yok Başbakan'ın kravat rengi falan. Boş boş laflar. Protokol kurallarını küçümsemek gibi bir derdim yok, ama bu kadar abartılması galiba bize özgü. Bazılarının Türkiye'nin, İngiliz dominyonu olmadığını hatırlamaları gerekiyor. Dominyonlarda bile bu çapta, bu üslupta tartışılmıyor. Gerçi şimdi dominyon yerine commonwealth diyorlar o da başka..
Kraliçenin Almanya ziyaretinde Hamburg Belediye Sarayı'nda verilen resepsiyonda protokol krizi yaşanmıştı. Belediye Başkanı Kraliçe'yi belediye sarayının merdivenlerinin en üstünde karşılamakta direnmiş. Alman İmparatorluğu döneminde bile belediye başkanı İmparatoru karşılamak için aşağıya inmezmiş. İngiliz Kraliyet ailesi hatırlamaktan hazzetmese de Elizabeth'in ataları Alman'dı. Tek kelime İngilizce bilmeyen krallar bile vardı. İngiltere Kraliçesi ilk kez 1965'de Almanya'ya gidecekti. Hamburg Belediye Başkanı geleneksel karşılama protokolundan şu sözlerle taviz vermişti:
"İngiltere Kraliçesini karşılamak için bile aşağıya inemem ama bir hanımefendiyi selamlamak için inebilirim".
Dikkatinizi çekerim arkadaşlar, bir şehrin belediye başkanından söz ediyoruz..
Kraliçe Elizabeth'in Bursa gezisinde 500 euro civarında para harcaması cimrilikle nitelendirildi. Gerçekten Kraliçe, İskoçlara mahsus eli sıkılığıyla tanınır. Onun kıyafet seçimi bile eleştiri malzemesi yapılmış, Kraliçe modaya aldırmayan bir tutucu olarak gösterilmiştir. Kraliyet Ailesi öyle şatafatlı yaşamaz yani. Kullandıkları otomobillerin en genci yirmi yaşındadır mesela. Kraliyet saraylarındaki yemek menüleri son derece basittir. Prens Charles'in uşağı John Gibson'un söylediğine göre Kraliçe'nin yemek menüsü uşaklara servis edilseydi çalışacak uşak bulunamazdı. Dolayısıyla daha zengin bir servis menüsü hazırlanırmış. Kraliçe saatlerce ayakta kalmaya dayanıklıymış. özel sekreterlerinden biri "Kraliçe bir Tibet sığırı kadar dayanıklıdır" demiş bu yüzden.
Saraydan çıkıp da köpeklerini gezintiye çıkardığında, çenesinin altından bağlanmış eşarbıyla, orta düzeyde, taşralı mutaassıp bir İngiliz ev kadını sanılan Kraliçe, resmi gezilerde ise daha çok göze batan renkli giysiler seçermiş. Kraliçe'nin siyah renk giymesi yasakmış meğer. Ayrıca diğer koyu renkler de fotoğraflarda siyah göründüğünden tercih edilmezmiş. İngiliz sanatçı ve aydın takımı, doğru dürüst kitap okumayan, edebiyatla ilgilenmeyen, opera, tiyatro, bale ve konserlerden zevk almayan, bilim ve teknolojiyi can sıkıcı bulan Kraliçe'yi kültür yoksunu olarak görürlermiş. Kraliçe'nin atlar ve köpekler hakkında ise bilmediği şey yokmuş. Usta bir yarış atı yetiştiricisiymiş. Buyurun! Yunan kraliyet ailesinden eşi Philip, Kraliçe'nin ileri teknoloji üreten bir fabrikayı gezip gezmeyeceğini soranlara "Otlayıp yellenmiyorsa ilgisini çekmez" diye karşılık veriyormuş.. ölee aydınlara, yazarlara fazla yüz vermeyen Kraliçe'nin dostları daha çok soylu ailelerden gelen at yetiştiricileri ve Muhafız Alayı subaylarıyla sınırlıymış.
Velhasıl, kişiliğinin Saray gelenekleriyle kuşatılmış olması, yanı sıra sade ve kapalı yaşam tarzı nedeniyle Kraliçe'ye acıyanların sayısı az değildir sevgili okurlar. Haa Kraliçe Elizabeth, Saraylıların özel yaşamlarına ilişkin haberler, makaleler, kitaplar ve filmlerden hiiiçç hoşlanmaz, Monarşi'nin büyüsünün üzerine gün ışığının düşmesinden ürkermiş. TRT'de gösterilen "Queen" filmi gibi. Ee tabii İngiliz halkının en fazla merak ettiği konular Kraliyet ailesinin özel yaşamlarıdır. Hele de aşk meşk mevzuları olunca ilgi birkaç kat artıyor.
82 yaşındaki Kraliçe 56 yıldır İngiliz tahtında oturuyor. Prens Charles 60 yaşında. Annesi öldüğünde "İngiltere kralı" olarak tahta geçecek olan yaşlı Prens işin keyfini ne kadar çıkarır, bilinmez. Kimbilir, tahta yine bir kadın aile üyesi geçer. Daha fazla ayrıntı isteyenler Sarah Bradford'un "Elizabeth: Kraliçe, eş ve anne" kitabına baksınlar efendim. Benden bu kadar.
"Son Osmanlılar"ın hazin öyküsünü hatırlamaya ne dersiniz?..
Bazı kitaplar hakkında yazmak çook mutlu ediyor beni. çünkü arkasında hem büyük bir emek, hem zengin bir bilgi birikimi var. Dolayısıyla yazmak keyif almaktan öte, görev.. Murat Bardakçı'nın "Son Osmanlılar: Osmanlı Hanedanı'nın Sürgün ve Miras öyküsü" böyle bir kitap. Gerçi ilk baskısı 1991'de yapılmıştı, şimdi daha zenginleştirilmiş. İnkilap Kitabevi, kitapla birlikte Murat Bardakçı'nın hazırladığı "Son Osmanlılar" belgeselini içeren iki de CD veriyor. Bardakçı, Son Osmanlılar denildiğinde ilk akla gelen isim. Bir tür "Hanedan Tarihçisi" demek umarım kabalık sayılmaz.. Bardakçı'nın Şahbaba"sını zaten biliyorsunuz.. Her iki kitap da, Bardakçı'nın hoş ve zarif üslubuyla birlikte belgesel niteliği taşıyor hiç kuşkusuz.
Son Osmanlılar denilince akla hemencecik, Cumhuriyet'in ilanından sonra, 1924'de hanedan mensuplarının yurt dışına çıkarılmaları geliyor. Kadın, erkek ve çocuk, 155 kişiydiler. 3 Mart 1924'de 431 Sayılı kanun uyarınca yurt dışına çıkartıldılar. Bu kanunla birlikte Türkiye'ye girmeleri, Türkiye'den transit geçmeleri, Türk topraklarında taşınmaz mal edinmeleri yasaklandı, mal varlıklarının da tasfiye edilmesi kararlaştırıldı. Sonrası çoook hazin bir hikayedir arkadaşlar.
Cenazesi ortada kalan mı dersiniz, hapishanelerde yok yere can verenler mi dersiniz, yoksa esrarengiz şekilde otel odalarında ölenler mi dersiniz, ne ararsanız!. Geçinebilmek için, her türlü işte çalıştılar.. Kimisi mezar bekçiliği yaptı, kimisi kapı kapı dolaşıp sabun sattı.. Yabancı zindanlarda can verenleri oldu.. Kimisi de başka hanedan mensuplarıyla evlenerek ayakta kalabildi.
Güya kendimi hanedan konusunda bilgili sanırdım. Meğer bilmediğimiz ne çok şey varmış!
Osmanlı hanedanının erkek üyelerinin sürgün hayatı 50 yıl sonra 1974'te Ecevit-Erbakan Hükümeti tarafından yapılan bir kanun değişikliğiyle son buldu.
Bu dramatik sürgünün öyküsünü Sultan Abdulhamit'in torunu Osman Nami Osmanoğlu'nun şu sözleriyle noktalayalım:
"Gurbeti, vatansızlığı anlayamazsınız.. Hepimizi evinde, Türk toprağı vardı. Yıllarca, başucumda çamlıca toprağıyla yattım. çocuklarım Türkiye'de büyüsün, Türkiye'de evlensin, yaşasın istedim.. Her işi denedim.. Hamallık yaptım, yağlıboya tablo sattım. İzin çıkınca koşarak geldik ama, 'Niçin geldiniz?' diyenler oldu. Nasıl yaşadığımızı bilmeyerek, hala altın arabalarla gezdiğimizi sandılar.."