Türkiye dünyayı seçiyor!
Osmanlı Dünya devleti, 20. Yüzyılda yıkıldı, parçalandı, mirası emperyalistler tarafından paylaşıldı.
Lozan Konferansı’nın gerçek adı “Yakın Şark İşleri Konferansı”dır. Bu Konferans’ta yeni Türkiye’nin sadece maddî sınırları çizilmedi. Manevi hudutları da belirlendi.
Osmanlı Devleti’nin merkez topraklarında kurulacak devlete dünya sistemi içinde pasif bir rol verildi. Hep emperyalistlerle hiza tutacak, onların sözünden çıkmayacak küçük, uslu ve ulusal bir devlet...
Türkiye bu rolü hakkıyla oynadı, böylece “yedi düvel”in takdirini kazandı.
Tek parti devrinde mükemmel bir dış siyasetimiz olduğu iddia edilir. Bunun gerçekle alakasını kurmak zordur. Zaten dışişleri bakanımız bir tabipti! Ve dış siyasetimiz emperyalistlerin tedavisi altındaydı! Yeni Türkiye’nin sınırlı sayıda ülkede ve küçük ölçekli temsilcilikleri vardı. Bazı ülkelerde, Osmanlı’dan devralınan elçilikler ve arsaları büyük geldiğinden elden çıkarılmıştı!
Bu dönemde, Londra’da, Paris’te, daha sonra Vaşington’da çizilen yol haritalarına uygun dış siyaset takip edildi.
Yalnızca Hitler’in Almanya’da iktidarı ele geçirip Avrupa’da yüksek sesle konuştuğu zaman Türkiye dış siyasette rahatlar gibi oldu. İşte Montrö Boğazlar Sözleşmesi, işte Hatay’ın ilhakı bu dönemin mahsulüdür.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra yine İngiliz-ABD siyasetini sürdürdük.
Osmanlıyı bize yıktırdılar, hilafeti bize kaldırttılar. İslam dünyasının atıf merkezini çökerttiler. Bunu da bizim elimizle yaptılar. Bu nereden bakılırsa bakılsın, 19. Yüzyılın sonlarından beri bir proje olan ingiliz siyasetinin gerçekleştirilmesi idi.
Emperyalistler, İslâm dünyasında maddi sömürgecilik, Türkiye’de manevî-kültürel sömürgecilik siyaseti yürüttüler.
Medeniyetimizin 20. Yüzyıla devredilen dinamik unsurları, cumhuriyetten sonra kökten budandı. Kültürümüz zor kullanılarak değiştirildi. Manevî alanımıza çok sert, hatta vahşiyane müdahaleler yapıldı.
Türkiye’nin kendi içi ile uğraşmaktan başka alternatifi kalmadı. İçeride ise sentetik bir şoven milliyetçilik üretildi. Türk etnisi adına üretilen bu milliyetçilikten en çok Türkler zarar gördü. Bu dönemde en çok Türklerin kültürel değerleri tahrib edildi. Tahrib edilen değerlerin başında dil geliyordu.
1950’lerden beri Türkiye demokrasi yolunda iki ileri bir geri mesafe katetmeye çalışıyor. Halk darbelere seçim sandıklarında cevap verdi. Şimdi görüyoruz ki, bu cevaplar, sadece bizi değil, aynı zamanda yakın çevremizi de ilgilendiriyormuş. Bütün İslâm dünyasının bir zamanlar atıf merkezi olan Türkiye’nin yeniden böyle bir nitelik kazandığı anlaşıldı.
Türkiye’nin 21. Yüzyılda yürüttüğü çok yönlü dış siyaset, ne denirse densin, dünyada yalnız olmadığımızı gösterdi. Aynı zamanda, 20. Yüzyılda çizilen emperyalist sisteme ayarlı dış siyasetin sürdürülemeyeceğini de ortaya koydu.
Dünkü yazımızda belirtmiştik, 1950’de halkımız CHP’yi seçse idi, bugünün Türkiyesi hayaldi. Halkımız 1960 sonrasında, 80 sonrasında ve 28 şubat sonrasında yaptığı tercihlerle yeni bir Türkiye’nin oluşumunu sağladı.
Bu çizginin kırılması demek, Türkiye’nin tekrar kuyrukçu siyasetlere teslim olması demektir, İslâm dünyasının hürriyet ümitlerinin söndürülmesi demektir. Ana muhalefetin İsrail’e ve dünyaya verdiği mesaj içeride çok iyi okunmuyor. Ana muhalefet liderinin işaretlerini verdiği siyaset ile Türkiye İslâm dünyasının bir yüzyılı daha kaybetmesine sebep olabilir.
Türkiye sadece kendi seçimini yapmıyor, dünya için bir seçim yapıyor. Doğru seçim yapacağından, güçlü bir mesaj vereceğinden de şüphe yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.