Bu entrikalarla şekillenen, bizim de geleceğimiz..
Sosyo-politik planda olan-bitenlere ne kadar ilgisiz kalabiliriz?
Ahmed Kalkan, Vuslat dergisinde, 'Gündemi Takip mi, Gündemi Belirlemek mi?' başlıklı yazısında şöyle diyordu: 'Sayıları gittikçe azalsa da bazı Müslümanların gündemi hiç takip etmeyip dünyaya, olan bitenlere gözünü kapatmasına karşılık; çoğu Müslüman gündemin etkisinde kalarak yalan haber ve bilgi kirliliğinin kurbanı oluyor. (…)Yıllardır Müslümanlar, kendi gündemlerini bile tespit edemiyorlar. (…)Halkı etkileyen gündemleri takip etmeden bu konudaki mesajımızı veremeyiz. Gündemlere gözümüzü ve kulağımızı kapatarak bunların etkisindeki toplumu bu konularda aydınlatamayız. Elbette Müslüman ferâseti ve yorumlama kabiliyetiyle gündemi takip etmeliyiz, ama bunun da bir sınırı vardır.'
Bu satırlara katılmamak mümkün mü? Evet, günlük hadiseleri yorumlamayı bu hedefi gözeterek sürdürmek dikkatimizi yitirmemeliyiz.. Ve bu arada unutmamalıyız ki, karşımızda oynanan büyük oyun ister istemez, bizim geleceğimizi de şekillendirmeye yöneliktir..
¥
Benim, 'yaşanan mevcud sosyo-politik buhranda Tayyib Erdoğan'ın da, 'taife-i laicus'un da sıkıştığını' anlattığım satırlardan bazıları, benim karamsar olduğumu düşünüyor. Hedefim, karamsarlık veya iyimserlik pompalamak değil, bir tesbit yapmaya çalışıyorum..
Tablo şudur: 'Bu zamana kadar denenen askerî müdahale yollarının artık beklenmiyecek sonuçlar vereceği, Hükûmet'in darbecilere karşı azletme veya başka türlü direnme yollarını harekete geçireceği' anlaşıldığından; sistemin derin sahibleri, bir başka yolu, yargı yolunu çok ustaca tezgahlamışlardır.. Ve yargıya kimse müdahale edememekte ve milletin kaderi, üyelerinin çoğunu, millet tarafından seçilmemiş bir katı 'kemalist/laik' Sezer'in tayin ettiği ve kararına bir itiraz mercii bulunmayan Anayasa Mahkemesi'nin elindedir. İki taraflı sıkışma, bu yüzdendir.. Ancaak, sistemin derin sahibleri de, son mermiyi kullanmaya çalışırken, yıkıntının altında kalabileceklerinin korkusundadırlar..
Bu cümleden olmak üzere, Sabih Kanadoğlu isimli em. başsavcı, Anayasa Mahk. Başk. Hâşim Kılıç'a, 'veryansın' edip, yapılacak anayasa değişikliklerine karşı halkın tepki vermesini, ayaklanmasını isterken.. Yani, 'taife-i laicus', şirretliğin son kertelerindeyken..
Takib edildiğini ve dinlendiğini iddia eden Anayasa Mahk. Başk. Vekili Ali Feyyâz Osman Paksüt'ün, bu iddialarının asılsızlığının teknik cihazlarlarla kesinlikle isbatlanması ve o takib otosunun orada başka bir konu için bulunduğunun anlaşılmasından sonra; bu‚ yüksek yargıç'ın 'Sizin işinizi de bozmuşum, affedersiniz..' demekle konuyu geçiştirmesi, ilginçtir..
Ama, bu vesileyle ortaya başka şeyler çıktı.. Mesela, bu takib iddiasının ortaya atılmasından kısa süre önce Ank. Tenis Kulübü'nde, T. Erdoğan'ın eski özel Kalem Md. ve eski AK Parti m. vekili ve yeni hızlı muhalif siyasetçi Turhan çömez'le buluştuğunun ortaya çıkması, ilginç değil mi? Herhalde tenis oynamaya gitmemişlerdi, oraya.. Aynı kulüb'de, o anda -muhakak ki, tesadüfen!!- orada bulunan E. çölaşan da, 'Beş metre ötede bir masada Osman Paksüt'le de Turhan çömez oturuyorlardı. önlerinde yemek falan yoktu..' diyor..
'Paksüt ailesini eskiden beri tanıdığını ve orada tesadüfen karşılaştığını' söyleyen çömez'in, o görüşmeden bir gün sonra Baykal'la görüşmesi ve kendisini 'Türk siyaseti için fikir üreten siyasetçi..' olarak göstermesi de 'çok mâsûm' görüşmelerdir, mutlaka.. Yerseniz..
Baykal'ın, telaşlı bir heyecanla, 'Her an seçim olabilir..' demesi de, bu görüşme ve gelişmeler üzerine bir kehanette bulunmak isteğinden kaynaklanmıyordur, herhalde..
Elbette siyasetçiler herkesle görüşebilir de, Anayasa Mahk. Başk. Vekili'nin resmî vazifesi dışında, hem de bu hassas anda, böylesi şaibeli özel görüşmelerde bulunması, normal midir?
Bunları düşünürken, bu Osman Paksüt adının bana, eğilimlerinin de sürüklemesiyle Emin Paksüt isimli eski ve ünlü bir CHP siyasetçisini hatırlattığını gözardı edemedim.. Arada sadece bir isim benzerliği mi mi vardı, yoksa, bir kan bağı da sözkonusu muydu?
Esasen, onun Sezer tarafından, -üstelik de hâkimlik geçmişi olmayan bir büyükelçi olarak- sırf 'yüksek bürokrasi' kontenjanından, Anayasa Mahk. üyeliğine seçilmesi bile yeteri kadar bilgi veriyordu.. Ama, onun Emin Paksüt'le ilgisi yine de merak konusuydu, benim için..
Meğer bu konuyu, Abdullah Muradoğlu, Yeni Şafak'ta 11 Mayıs günü yazmış.. Muradoğlu'nun yazdığına göre, Osman Paksüt, Emin Paksüt'ün oğlu imiş.. Emin Paksüt ise, İstiklal Mahkemelerinin ünlü kasab başkanı ve şefinin bir işaretiyle nice mazlumları darağacına göndermesiyle meşhur (Kel Ali) diye bilinen Ali çetinkaya'nın damadı! (Kel Ali'nin, şefinin verdiği bir işaretle nice mazlumları dârağacında sallandırdıktan, adâlet adına işlediği nice cinayetlerden sonra, nasıl korkunç şekilde can verdiğini merak edenler ise, Samed Ağaoğlu'nun, 'Babamın Arkadaşları' isimli kitabına bakabilirler.)
Bu Emin Paksüt, '61 Anayasası'nı hazırlayan Kurucu Meclis'te, CHP kontenjanından ve Anayasa Komisyonu Başkan vekili de olan etkili biri CHP'li..
Emin Paksüt'ün annesi ise, daha ilginç.. ünlü müfessir Elmalılı Hamdi Yazır'ın kızkardeşi!.
Elbette suç ve cezalar da şahsîdir, meziyetler de.. Amma, aileden tevârüs olunan özelliklerin kişinin şahsiyetinin oluşmasındaki etkisi de reddedilemez. Bu, O. Paksüt için de böyle..
Bu arada, tenisten çok siyasî entrikaların oynandığı sözkonusu kulüpte karargâh kurduğu anlaşılan bir diğer 'kemalist/laik siyaset oyuncusu' olan E. çölaşan'ın da, anne tarafından dedesinin de, Refik Şevket İnce isimli İstiklal Mahkemesi yargıcı olduğunu hatırlayalım. Sistemlerini İstiklal Mahkemelerinin idâm ilmikleri ve dârağaçlarıyla muhkemleştirenlerin torunlarının bu rejime sadece o hâtırâlarla bağlanmadığını, oradan beslenen gizli iktidar güçlerini yitirmemek için her entrikayı oynayacakları gözden ırak tutulmamalı..
Milletin canı çıkacakmış; bu, onların umurunda mı? Onlar zâten, milletin güçlendikçe taleblerinin arttığını, halbuki, hep muhtac durumda tutulmalarıyla, kontrollerinin daha kolay olduğunu 80 yıllık tecrübeyle biliyorlar.. Bu bakımdan, son yıllarda nisbeten düzelme yoluna giren ekonominin son 1 yıldır nasıl 'geri vites'e geçmesinden, 'taife-i laicus' bir de memnun..
Bütün bunlardan sonra..
Bu arada, Referans'tan Eyüp Can, Anayasa Mahk. Başk. Hâşim Kılıç'la uzuunca görüşmüş; yazılmaması kaydıyla.. Ancak, 'demokrasi adına kapanmama kararı isteyenler de, laiklik adına 'bu son şans kapatılsın' diyenler de büyük bir illizyon içinde..' diyen Can, Kılıç'ın üç kez tekrarladığı bir cümleye dikkati çekiyor: '..inanın, çıkacak karar ne olursa olsun. Göreceksiniz hem demokrasimiz, hem laikliğimiz hem de hukukumuz bu süreçten çok daha güçlenmiş olarak çıkacak. Ve yine inanın bu söylediğim temenni değil!'
Kapansa da, faydalı olacak, kapanmasa da... Nasıl yani? Yeni doğan çocuğunun kız olduğu müjdesine Temel'in 'Ben de zâten, oğlan olmazsa, kız olsun demiştim..' demesi gibi bir şey..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.