Zevk, ânın ‘mirsad-ı ibret’ten temâşâsında mı?
Dün, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin; üstelik kendi içinde bile komuta zencirine bir isyan niteliğinde ortaya çıkan ve komite üyesi olan yüzbaşıların, orgenerallere bile hükmettiği, onları arkalarından bir ortamekteb talebesi gibi sürüklediği, ‘çağdaş yeniçeri hastalığı’nın ortaya çıkışının 48. yıldönümüydü.. Bu münasebetle bu günlerde birçok yazılar ve tv. proğramları yayınlandı, hâtırâlar anlatıldı, yeni değerlendirmeler yapıldı..
Şair, dünya halleri için, ‘Zevk ânın‚ ‘mirsad-ı ibret’ten /(ibret aynasından) temâşâsındadır’ demiş, ama, olup bitenlerin hangisini temâşâ etmek, nasıl bir zevk verir?
Ben ilk gençlik dönemlerimi karma-karışık eden o kaos günlerini, o korkunç cinayetleri her hatırlayışta ülkem, halkım ve insanî değerlerimiz adına acı ve utanç duyuyorum; ne zevkı?
27 Mayıs Darbesi gerçekleştiğinde Ankara’da Sağlık Okulu’nda yatılı okuyordum.. 3-4 gün sonra ise, yaz tatilinin başlaması münasebetiyle Samsun’a dönmüştüm.. Sanırım, Kurban (veya Ramazan) Bayramı da o günlerdeydi. Samsun’da, bayram namazı için gittiğim Büyük Câmi’de, bir hocanın yaptığı ateşli vaazı bugün bile, bütün canlılığıyla hatırlıyorum.. Hoca, tipik bir laz şivesiyle, ‘Hırsızlar devrildiler, aydınlık günler gelecek.. Kahraman Ordumuz onlara haddini bildirdi..’ vs diyordu..
İhtilalin lideri Org. Cemal Gürsel için, dindar görünümlü yaşlıca kişilerin kahvehanelere gelip, ‘O evliyaullahtandır..’ diye konuştuklarına bizzat şâhid oluyor ve kendi içimde itiraz geliştirecek gibi olduğumda ise, rahmetli babamın, ‘Oğlum, koskocaman adamlar, bir şeyler biliyorlar ki, öyle konuşuyorlar!’ yönlendirmesiyle karşılaşıyordum..
Buna rağmen, ‘sâbık ve sâkıt (eski ve düşük) iktidar’ın dini istismar ettiği iddia ediliyordu!
Gazetelerde ise, öylesine korkunç iddialar yazılıp çiziliyordu ki, tekrarı bile utanç verici.. ‘Yüzlerce gencin kaybolduğu ve bunların kıyma makinelerinde doğranarak geride hiçbir delil bırakılmadığına; eğer 27 Mayıs olmasaydı, bütün CHP’lilerin tutuklanıp, zindanlara doldurulacağı ve kurşuna dizdirileceği’ne varıncaya kadar nice dudak uçuklatan iddialar..
Sadece haberler değil, sonraları pek ‘demokrat ve özgürlükçü’ kesilen nice anlı-şanlı yazarların makaleleri de o uyduruk haberlerden daha seviyeli değildi. Devrilenlere nefreti çoğaltmasına hizmet etmesi genel çerçevesi içinde, isteyen istediğini yazıyordu. Tanpınar gibi, edebiyatın dev isimlerinden, yaşını başını almış birisi bile, hiçbir insaf ve terbiye sınırını gözetmeden, iktidardan silah zoruyla düşürülenleri karalamakta sınır tanımıyor ve onların idâmının bile kalbleri teskin ve tatmin edemeyeceğini yazabiliyordu.. İsmet İnönü’nün damadı olduğu için, ‘Ulusal Damad’ diye anılan Metin Toker ise, dergisinde, Menderes için ağza alınmayacak (çok affedersiniz) ‘kancık..’ gibi en galiz küfür kelimelerini yazarken, ihtilalciler ve kandırılan kitlelerce neler söylenip yazılabileceğini tasavvur etmek zor değildir..
Ya, Yassıada’da ‘Yüksek Adâlet Divanı’ adıyla kurulan düzmece mahkeme ve onun başkanı Sâlim Başol’un yapılan itirazlara karşı, ‘Ne yapayım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyerek ‘âdil hüküm’ (?!) inşa edişini nasıl izah etmeli..
Nutuk çekmeye gelince, ‘Türk adâletinin ve Türk Ordusu’nun hep doğru yaptığını’ iddia ederek, geçmişi süzgeçten geçirmeksizin benimseyenlerin bugünkü halleri neyi anlatır?
‘Hazine yağmalanmış, tam-takır kalmış..’ lafıyla ülke çapındaki bağış kampanyalarında, özellikle de kadınların altın yüzük, alyans, küpe ve kolyelerinden elde edilen binlerce kilo altının, sonra ne olduğu ve kimler arasında nasıl paylaşıldığı ise, hatırlanmadı bile..
Menderes hakkında olumlu tek bir kelime söyleyenlerin bile, ‘38 sayılı Tedbirler Kanunu ile en az üç seneden başlatılmak üzere mahkûm edilişi, bugün çoğumuza hayal gibi gelebilir.. ‘Köpek Davası, Bebek Davası’ diye kamuoyunda aylarca tartışılan utanç verici ve de ‘sâkıt’ları/ düşükleri küçük düşürmek için gündeme getirilen duruşmalar.. Hele, Menderes’i kaçırmak için, İst. Yenikapı’dan taa Yassıada’ya kadar, denizin altından km.’lerce tünel kazmayı planladıkları gibi uçuk iddialarla, onlarca insanın tutuklanıp, ‘Tünelciler Dâvası’ diye meşhur bir dosya ile, askerî mahkemelerde yargılanmaları bile traji-komikliğin ve facianın boyutlarının nasıl bir paranoiaya dönüştüğünü gösterebilir. Bütün o zulümlerin alkışçıları da, millete tepeden bakan ve kendilerini aydın olarak niteleyenlerdi, tıpkı 28 Şubat’ta tekrar zuhûr edenler gibi.. Menderes’in idâmı öncesinde bile subaylar tarafından mâruz kaldığı ağır hakaretleri ise yazmaya utanıyorum. Yassıada’yı anlatmak için, orada yargılanan m. vekili/şair Fâruk Nâfiz (çamlıbel)’in bir dörtlüğünü tekrarlamak kâfi gelebilir: ‘Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri.. / Bir vatan derdi birikmiş, bir avuçluk karada.. / Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür.. / Mavi bir gözde elem katresidir, Yassıada..’
O cinayetlerin gölgesi ve zâlim kılıçları, millet ve temsilcilerinin ensesi üzerinde hâlâ duruyor. Ama, 27 Nisan 2007’deki askerî muhtıra’dan sonra, milletin emanetine sahib çıkmakta sergilenen dik duruş sürdürülürse, millet de eskisi gibi başeğmeyecektir, inşaallah..
Yoksa, ‘28 Şubat, 1923’den beri vardı ve 1000 yıl da olsa hep sürecek.’ diye millete sopa gösteren nice ‘Kıvırcık’ paşaların zorbalığı ve ülke ve halk üzerindeki ‘vesayet ve velayet-i askeriye’ ve ‘devletin ordusu’ değil, ‘ordunun devleti’ görüntüsü sürer.. Bu vesayet ve velayet anlayışı kırılıp, zorbalar hesaba çekilmedikçe, bu oyun daha çoook sürer (mi?)
*ERDOĞAN’IN ISRARINDA BİR MANTIKî TUTARSIZLIK YOK MU?
Tayyîb Erdoğan dün Diyarbakır’daydı.. Başbakan, DTP’lilerle el sıkışmaktan kaçındığı gibi, Diyarbakır Belediye Başkanı’nı da genelde dışlamakta.. Nitekim, Belediye’yi ziyaret planı yoktu, proğramında.. Baydemir de, dün Başbakan’ın toplantısına katılmadı..
DTP’nin taktikleri her ne ve nasıl olursa olsun, asıl anlaşılması zor olan, Erdoğan’ın tavrıdır. çünkü o, bütün milletin başbakanıdır. Baydemir ve DTP’lileri de halk seçmiştir, tasfiye edilmesine de, halk karar verecektir, verecekse..
DTP’lilerin silahlı mücadele veren PKK’yı suçlamak bir yana, bir de açıkça desteklediği, dünyaca biliniyor..
Ama, Tayyib Bey, sizin laik cenah karşısındaki konumunuz da, PKK’nın ve DTP’nin sizin karşınızdaki konumundan farklı değildir.. Siz, Baydemir’i ve öteki DTP’lileri reddetmek, onlarla el bile sıkışmamak şeklindeki tavrınızda kendi mantığınız açısından, bir haklılık görüyorsanız; ‘taife-i laicus’un size karşı tavrına da kızmamanız gerekmektedir.. çünkü, onlar da sizi, sizin DTP’ye baktığınız ölçülere göre değerlendiriyorlar ve size katlanmayı kabullenmekte zorlanmakla kalmıyor ve tehlikeli de buluyorlar..
Kaldı ki, el sıkıştığınız diğerlerinin siyasetlerini de benimsemediğiniz açık.. Ama, onlarla ortak bir noktada buluştuğunuzu, ama DTP ile buluşamadığınızı düşünüyorsanız; laik cenah da sizinle asla uzlaşamayacağını düşünüyor.
Uzlaşamadığınızda tek çare, savaş kalır ki, bunu laikçi cenah da sizin için düşünmüyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.