BÜYÜK ZAFER
30 Ağustos 1922 Büyük Zafer’in 89. yılındayız. Yalnız Kurtuluş Savaşımız’ın, Millî Mücadele’nin son günü değildir. 1911’den beri hemen hemen kesiksiz sürüp giden savaş dönemimizin sonudur. 11 yıl savaşı bugünkü nesle, çocuklarımıza nasıl anlatsak? 1918’de imparatorluk taht şehrimiz İstanbul’un sokaklarından açlıktan can vermiş insanların cesetlerini çöpçülerin nasıl topladıklarını mı söylesek? İngiliz süngüsünden Ankara’ya can atan milletvekillerinin bulabildikleri ahşap evlerin mangallı odalarında bir kaçı bir arada yattıklarını mı hatırlatsak! Osmanlı’nın son milletvekilleridir. İstanbul’dan kaçıp Ankara’da toplanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni oluşturmuşlardır. Şehit ve gazi vermemiş tek Türk ailesinin olmadığını mı yazsak?
11 yıl içinde hangi cephelerde savaştığımızı açıklasak, çocuklarımız atlaslarına sarılacaktır; O cephelerde bugün bir düzineden fazla bağımsız devletin toprağı bulunuyor.
30 Ağustos Zaferi’nin akabinde İzmir ve Bursa’yı geri aldık. Sonra İstanbul ve Edirne... Daha 4 yıl önce (1918) Halep, Şam, Medine, Musul, Kerkük ve emsali de bizim şehirlerimizdi. Konya ve Erzurum’dan farkları yoktu.
ENVER PAŞA’NIN HATASI
11 yıl (1911-1922) içinde 1913-14 arasında nefes alabilmiştik. 1914 Ağustosunda, dünya tarihinin en büyük savaşı başladı: Birinci Cihan Harbi (1914-1918). Bizim için, savaşın sonunda dipdiri bir imparatorluk hâlinde bulunmamız için son fırsattı. Eğer savaşa girmese idik... 33 yaşında bir asker, Enver Paşa, bizi, tarihimizin en büyük belâsı içine atıverdi.
Almanya, Avusturya-Macaristan ve Türkiye imparatorlukları savaştan yenik ve mahvolarak çıktılar. Hind Okyanusu’ndan Halep kuzeyine çekildik. Cihan galibi İngiltere’nin başındaki Türk düşmanlığı illetine kapılmış bir manyak, Başbakan Llyod George (Loyd Corc), Türk’ün belini kırarak bütün İslâm dünyasını korkutmak istedi. Yunan’ı İzmir’e çıkardı.
Silâhlarını bırakmış, askerini terhis etmiş, mağlûp bir milletin yeniden silâha sarılmaya mecbur kalmasının ana sebebi İzmir’dir. İzmir’e İngiliz, Fransız falan çıksa Millî Mücadele oluşmazdı. Zira üç beş yıl sonra def olup gidecekleri âşikârdı.
Ama Yunan?.. Olacak şey değildi. İzmir’i, İyonya eyaletinin merkezi ilân etmişti. İngiliz donanmasının himayesinde Yunan askeri, İzmir’e çıktı. Hicaz’daki 43. tümenimizin kurmay başkanlığından İzmir’e gelen Kurmay Albay Üsküdarlı Süleyman Fethi Bey, ‘Vito (Yaşasın) Venizelos” diye bağırmayı reddettiği için, Kordonboyu’nda binlerce insanın gözü önünde süngülenerek şehid edildi. Yorgun bir millet yeniden silâh kuşanmaya mecbur kaldı. Kurtuluş Savaşı başlamıştı.
Düşmanı ancak Sakarya’da durdurabildik... Sakarya!.. Sarıkamış ve Çanakkale’den sonra, doğu ve Batı kültürlerini bir arada edinmiş son Türk nesli olan yedek ve muvazzaf genç subaylarımızın üçüncü büyük kıyıma uğradığı Sakarya... Cüce Yunan’ın nefesi kesildi. Havasını soluyacak derecede Ankara’ya yaklaşmış, ancak o atmosferde zehirlenmişti.
Dünya tarihini oluşturan bir kaç milletten biri olan biz, 1919 mayısından 1922 eylülüne kadar “İzmir, Bursa, Edirne” diye inledik. Meriç’le Ağrı Dağı arasında bu ızdırabı duymayan tek insan yoktu. Nihayet 30 Ağustos... İstanbul gazetelerinin ertesi günlerdeki manşetlerini hıçkırmadan okuyacak tek Türk bugün de yoktur. Yahyâ Kemâl’in “İslâm’ın son ordusudur muzaffer et!” diye Allah’a yakardığı ordudur. Muzaffer olmuştur.
Aynı büyük manşetleri, manaca farklı olsalar da, bütün Dünya ve Batı Avrupa basınında görmek mümkündür. Cihan harbinin mağlûpları olan Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan, Müttefikler’in bütün isteklerini kabûl etmişti. Yalnız Türkiye baş kaldırmış ve başarmıştı.
Zaferin başkomutanı, “Türkiye Büyük Milet Meclisi reîsi ve Başkumandan Müşîr (mareşal) Gazi Mustafa Kemal Paşa” idi. Atatürk’ün unvanı bu idi. Dış ülkelerde “Kemal Paşa” deniyordu. 29 Ekim 1923’te bu unvanı “Reîs-i Cumhûr Gazi Mustafa Kemal Paşa” olarak değişti. 1934 sonunda bu unvan da “Atatürk” denilerek son şeklini aldı. Atatürk, 57 yıllık hayatının yalnız son 4 yılında (1934-38) Atatürk diye anılmıştır. Sonra İsmet İnönü, Atatürk’e Ebedî Şef ve kendisine Millî Şef dedirtti. Ancak bu unvanlar kısa sürdü, tutmadı.
MALAZGİRT ZAFERİ GİBİ
Atatürk, Sultan Alp Arslan’ın bize kazandırdığı Türkiye’yi, müstevlî (işgalci) düşmanlara kaptırmamıştı. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile 30 Ağustos 1922 Büyük Zafer’i arasında 851 yıl var. Atatürk, Büyük Zafer’i kazandığı zaman 41 yaşında idi. Onun gibi 1881 doğumlu bulunan Enver Paşa, Büyük Zafer’den sadece 26 gün önce Türkistan’da şehîd olduğu için, Anadolu Türkü’nü kurtaran bu çok büyük başarıyı göremedi. İki paşa, biribirlerinden nefret ederlerdi. İmparatorluğu batırmasına rağmen. Osmanlı’nın son başkomutanı olduğu için, general ve subaylarımız arasında hayli Enverci vardı. Atatürk, Ankara’ya geldiği tarihte bile...
Büyük Zafer’in yankıları gerçekten büyük oldu. Hem Türkiye’de, hem dış dünyada... Zafer’den 10 gün sonra İzmir’e gelen Başkumandan, gazetecileri kabulünde, monarşiye karşı bulunduğunu söylemekten kendini alamadı. 18 Kasım günü, Zafer’den 80 gün sonra, halîfelik muhafaza edilerek, saltanat, imparatorluk ilga edildi. Az önce Azerbaycan’da cumhuriyet kurulmuştu, ilk Türk cumhuriyetidir ama, o ülkede milliî bir hanedan bulunmuyordu.
Dış dünyaya gelince... Yunanlı’nın Aydın eyaletimizi -hem de ilhak iddiasiyle- istilâsını İtalya kötü karşılamıştı. Biz İtalya ile de savaş hâlinde idik ama, Libya cephemiz hariç, pek karşı karşıya gelmedik. Kafkasya’daki azılı düşmanımız Rusya, bir yıl önce savaştan çekilmişti. Son âna kadar büyük ölçüde harb ettiğimiz devletler ise, İngiltere ile Fransa idi. Birleşik Amerika, yalnız Almanya ile savaşmış, Avusturya-Macaristan ve Türkiye imparatorluklarından büyükelçilerini çekmiş, fakat bu ikisine harp ilân etmemişti. Yani ABD ile hiç savaşmadık.
Fransa, savaş sonrası dünyanın bölüşülmesinde en büyük payı alan İngiltere ile, müttefik bulunmalarına rağmen, kızgınlık içinde idi. Çanakkale, Filistin, Makedonya cephelerinde büyük Fransız kuvvetleri ile savaşmıştık. İşgal altındaki İstanbul’da yönetimi İngiltere ile paylaşmıştı. Ama 1922’ye gelindiği zaman Fransa, Ankara hükûmeti ile anlaşma yoluna girmişti. Yunan’ı İzmir’de denize dökmemizden hiç üzülmedi.
Yunanistan’daki azılı grup, İngiltere’ye dayanarak İzmir’e asker çıkarmış, Sakarya’ya kadar ilerlemişlerdi. Çok büyük ölçüde İngiliz silâhları ile mücehhezdiler. İngiltere’de koalisyon hükûmetinin başı Lloyd George, korkunç bir Türk düşmanı ve Yunan hâmîsi idi. Ancak Avam Kamarası’ndan, Yunanı Anadolu’da desteklemek için istediği izni alamadı. Dominyon denen kendi kendilerini yöneten yarı bağımsız 4 devletten Anadolu için asker istedi (Kanada, Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda ki son ikisi Çanakkale’de bizimle savaşırken tam bir kolordularını harcamışlardı). Hepsi reddetti, tek tümen bile göndermeyi kabûl etmediler.
İNGİLTERE ASKER BULAMADI
Osmanlı Türkiye’sinde hâkan-halîfe, Meb’ûsân Meclisi ve Âyân Meclisi, sadrâzam ve hükûmet, harbiye nezâreti’nin önemli subayları (bu arada Mustafa Kemal, İsmet Bey, Kâzım Karabekir), elbette Balkan bozgunundan perişan çıkan halk, savaş istemiyordu. Yalnız 33 yaşındaki harbiye nâzırı Enver Paşa, son derece gizli anlaşmalarla iki Alman savaş gemisini Boğazlar’dan sokup Rus harb ve ticaret gemileri ile üslerini bombardıman etmeleri yazılı emrini verdi. İmparatorluk yıkıldı. İlk defa başkenti ve Anadolu işgal ve istilâ edildi. Savaşa girmese idik, dipdiri, ordusu hiç zarar görmemiş, yakılıp yıkılmamış bir Türkiye’nin üzerine gelecek hiç bir güç yoktu. Cihan galibi İngiltere, Anadolu’ya gönderecek bir tümen bulamamıştı. 30 Ağustos 1922 zaferi olmasaydı, kim bilir neler kaybedecektik...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.