Mekke'de Ramazan'ın son günleri
Pazartesi günü bu sütunda okumanız gereken yazıyı okuyamadınız, çünkü ben yazamadım. Bir süredir Ramazan Umresi dolayısıyla bulunduğum Mekke'de son on güne girilince hayatın temposu da başka hiç bir meşgaleye imkan bırakmayacak şekilde hızlanıyor. Son yazımda girdiğim hoşgörü ve tahammül tartışmalarına katkıya devam edecektim, ama burdan ve bu tempodan bakınca hem bir çok şey başka bir anlam kazanıyor hem de tabi bu temponun içinden bir yazı çıkarmak mümkün olmadı. Sözü açılmışken hoşgörü tartışmasına ara verip buralardan bahsedeyim.
Mekke ve Medine'de hangi gece olduğu kesin olarak bize bildirilmemiş olduğu için Ramazan ayının son on günün tamamına Kadir Gecesi muamelesi yapılıyor. Bu gecelerde ayrı bir program uygulanıyor. Ramazan ayının tamamında her gece biren cüzün kıraat edildiği ve gece 23'e kadar devam eden uzun teravih namazlarından sonra gecenin birinde başlayan ve yaklaşık iki saat devam eden teheccüd namazları sizi Mescid-i Harama kilitliyor. Her birinde Abdurrahman Sudeys, Dr. Mahir el-Muaykili, Abdullah Awwad el-Cuheni, İbrahim eş-Şureym gibi imamların müthiş kıraat üslupları eşliğinde Kur'an-ı Kerim'den birer cüz (20 sayfa) okunduğu teravih ve teheccüd namazları Mekke ve Medine'de sosyal hayatın tamamını sadece ibadete odaklanmış müthiş bir hareketliliğe dönüştürüyor. Şehir, şehir olarak topyekûn ibadet ediyor adeta. Gün boyu ağır sıcaklar altında en basit intikaller esnasında da olsa o güneşten nasibinizi almamanız mümkün değil. O sıcaklar altında nispeten biraz daha az kalabalık olan tavaf meydanına girmeniz halinde iftar saatine sadece su düşünerek girmek zorunda kalırsınız.
Mescid-i Haram dünyanın herhalde en büyük sofralarının en hızlı bir biçimde kurulduğu ve yine en hızlı bir biçimde kaldırılabildiği bir alana dönüşüyor. Milyonlarca insan için yarım saat gibi bir süre içinde kurulan iftar sofrasına hurmanın her türlüsü ve zemzem ile başlayan iftarın tadı tahmin edebileceğiniz gibi dünyanın başka hiç bir yerinde yok. On dakika gibi kısa bir süre sonra o sofra kalkıyor ve akşam namazlarına başlanıyor. Akşam namazının kılınmasından sonra ise dileyen kişiler ve gruplar o sofraları biraz daha özelleştirerek kendi aralarında kurmaya başlıyorlar. İşte bu sofraların havası ayrıca müthiş oluyor. Evlerden getirilmiş, herkesin kendine göre katkıda bulunduğu yiyecekler paylaşılıyor. Bu esnada herkesin gözünün gördüğü herşeyde bir hakkı oluyor ve o hakkı dilediğinde alıyor. Yan gruptan birinin veya aralardan geçen birinin sofranızda canını çeken bir şeyi talep etmesi sıradan bir durum; sizinse vermemeyi aklınızdan geçirmeniz bile mümkün değil. Aynı hakka siz de sahipsiniz tabii.
Bu sofralar aynı zamanda farklı halklar, ırklardan insanlar arasında her türlü sohbetin kurulabildiği, istenirse alabildiğine derinleştirilebildiği muhteşem ve alabildiğine büyük çaplı bir sempozyum gibi. Kimsenin kimseye kendi kariyerini kanıtlama ihtiyacı hissetmediği olabilecek en mütevazi şekilde sadece samimi duyguların ifade edilebildiği bir sempozyum. Bazen gruplar arasında kaynaşmalar oluyor, kimi durumda sadece bireyler arasında... Dünyada insanların bu kadar kolay kaynaşıp en samimi sohbetlere dalabildiği başka bir yer yok herhalde. Cezayir'den, Tunus'tan, Mısır'dan Libya'dan Bangladeş'ten, Irak'tan, Suriye'den, Yemen'den insanlarla hem İslami anlayışları hem de kendi ülkelerindeki sorunlarından konuşuluyor.
Türkiye'den olmamız hasebiyle sözün ilk getirildiği konu Recep Tayyip Erdoğan ve tabii Türkiye'nin İslam dünyasına dönüşüyle ilgili temalar oluyor. Erdoğan ve Abdullah Gül'ün isimleri Türkiye'ye müthiş bir sempatinin hissetirildiği simgeleri oluşturuyor. Bir Kuveytli işadamı, "eskiden Türkiye'nin bizler için hiç bir önemi yoktu, önemsenmeye değmez bir ülkeydi diyor, oysa şimdi Türkiye'nin attığı her adımı ilgiyle ve büyük bir takdirle izliyoruz" diyor. Bir başkası isimleri anıldığında hemen ellerini Kabe'ye doğru açıyor ve Erdoğan ve Gül'e büyük bir içtenlikle dua ediyor. Bu tür manzaralara çok sık tanık oluyoruz. Buradan net bir biçimde Gül ve Erdoğan epeyce de Davutoğlu'nun arkasında İslam dünyasından müthiş bir dua desteği olduğunu görebiliyoruz.
Mısır'lı bir aktivist-entelektüelle aslında Mısır'ın ahvali ve muhtemel geleceği üzerine daldığımız sohbetin ardından Siirt Milletvekili Osman Ören Siirt Arapçasıyla "Türkiyeli olarak Mısır için neler yapabileceğimiz" sorusunu yöneltiyor. Adam şakacı bir ciddiyet takınarak hiç tereddütsüz "bize Erdoğan'ı üç yıllığına ödünç verebilirsiniz" diye cevap veriyor. Gülüşüyoruz, ama bu arada Mısır'daki hareketin henüz bir lider ortaya çıkaramamış olduğu gerçeğine dikkatlerimizi çekmiş oluyor.
Daha önce yine bir Ramazan Umresi dolayısıyla yazdığım bir yazıda Mekke'de yaşanmakta olan ve akıllara durgunluk veren bir yapılanma çabasından bahsetmiştim. Bu yapılanma aynen devam ediyor ve ilan panolarında asılmış maket görüntülerine göre önümüzdeki bir kaç yıl sonra çok farklı bir Mekke görmüş olacağız. Bunun için Mekke halen tam bir inşaat şantiyesi görünümünde. Her geçen gün hac ve umre seferlerine daha büyük bir talebin oluştuğu Mekke'de yoğun ibadet temposu bu inşaat çalışmalarının zorlaştırmasıyla daha bir meşakkat haline geliyor.
Bu esnada tarihten hiç bir izin kalmadığı bir Mekke'ye ulaşmış oluyoruz. Tarihten geriye galiba bir tek Kâbe kalmış oluyor ve bu da sembolik olarak tarihin de Kabe'deki tavafa katılımını ifade etmiş oluyor. Tavafla Allah'ın varlığında yok olmayı ve baki kalanın bu dünyada bir tek celal sahibi Allah olduğunu göstererek. Tarihi eserlerin bazen fetiş derecesinde önemsendiği bir dünyaya burdan bir mesaj çıkar mı acaba? Çıkarsa bu mesaj neler söyler? Bence tartışmaya değer bir konu da bu.
Ramazan Bayramınız mübarek olsun.