Aklı yavaşlatın ki vicdan yetişsin
Toprak ananın yavan kucağı, geveze tüccarların renkli dünyasından ve fantastik ideolojilerinden daha emniyetli gelir kimilerine.
O kimileri için vatanperverlik ve yerleşik değerlere tutkunluk, basit bir aidiyet ihtiyacı değildir. Aksine kutlu bir tavır ve bir tarz-ı siyasettir.
Herkesin Engizisyona boyun eğdiği zamanlarda Engizisyona karşı çıkmak elbette mühimdir ve bu karşı çıkış yüzsuyu hürmetine insanın tarihteki yürüyüşü devam edecektir. Ancak bugün Engizisyonun geçmiş günahlarını bahane ederek yerleşik değerlerin tasfiyesi ve bir değişim faşizminin hayatın bütün sahalarına dayatılması ise insanı geriye döndürecek zihinsel bir işgaldir. Bu değişim faşizmi, bildik argümanlarla kendi postmodern engizisyonunu inşa etmektedir.
Yakalandıktan sonra şehir hapishanesine götürülmek üzere bindirildiği arabaya tepki olarak, “Durdurun şunu! Aklım geride kaldı, biraz bekleyelim de bize yetişsin” diyen Kızılderili şefinin basireti selamlanmalıdır.
Burada, karşı konulamaz şartlar yüzünden aklı hızlandırmak yerine, o şartları yavaşlatıp aklı beklemek veya bir protesto şekli olarak aklı tamamen durdurmak bir çözümdür.
Sürekli bardağın dolu tarafını görmek ve her rezalet karşısında yırtık bir hacıyatmaz çevikliği göstermek suretiyle aklileştirdiğimiz her durum, modern işgalcinin bizden götürdüğü yepyeni hazineler demektir.
Öne sürülen şartlara ve verili her tür vasata uyum sağlamayı reddetmenin getireceği kazanç, uyumun ve yılışmanın elverişli kılacağı yaşamdan çok daha görkemli olacaktır.
Kırık dökük ahşap bir duvarın çatlağına dalıp dakikalarca oraya kilitlenen bir insan, sınavı kaçırsa ne olur? Adamın trans halindeyken kazandığı sınavları kim inkar edebilir!
Çocukça bir saflık en güçlü akıl oyunlarından, en kurnaz tuzaklardan çok daha etkili olabilir. İkna etmez belki, hükmü hiç icra olunmaz, lakin sevilir.
Bugün Arap Baharına laiklik getirenler, oraya demokrasi getirenlerle aralarındaki farkı anlatadursunlar, ortada hesapsızca sevilecek bir durum olmayınca, aklı devreye sokup “o öyleyse bu da böyledir” yollu çıkarsamalar yapmak ve zorlayıcı tevillere girişmektedirler. Bu teviller sadece yüzsüzlüğün ifadesidir.
Devletin süt ve yumurta üretmek yerine sadece savunma işleviyle meşgul olması gerektiğini vazedip duran bayatlamış suratlar, İsrail politikalarına karşı olduklarını ancak Yahudilere nefret duymadıklarını, duyanların ise alınlarını karışlayacaklarını üç vakit tekrarlayanlar, kendinin pek dindar olduğu halde ateistlerin, kadınların, Alevilerin ve eşcinsellerin hakları için canını vereceği vaadinde bulunanlar, Allah’ın mesajını yaydığını düşünerek dünyayı turlarken Heybeliada Ruhban Okulu için imza verip entel dantel ortam kesenler, “o öyleyse bu da böyledir” cümlesindendir.
Son derece ahlaki ve hasbi bir Sevgi ve Nefret blokuna karşı, idare-i maslahatçı hayasız bir Korkaklık ve Despotluk bloku oluşmaktadır.
Bütün Yahudiler, ateistler, Aleviler, eşcinseller vs. bilsin ki bu tür üslup sahipleri, korkaklığın ve despotluğun kitabını yazmaya adaydır.
Bunların hiçbir sahici öfkesi ve sevgisi yoktur. Onların tek derdi, kendi dışında oluşturulmakta olan yepyeni gündemlere ve şartlara herkesten önce uyum sağlamak ve orada ön almaktır. Akıntının tersine yüzmek şöyle dursun, akıntının yönünü kestirir kestirmez ona direnenlerin tutamaklarını parçalamaya kendilerini memur kılacaklardır. Çünkü hayatiyet bulabildikleri tek yön, vicdanlı çobanını tepmiş bir eşeğin tesirine kapılmış çılgın sürünün istikamet kesbettiği mahaldir.
Sevgi de nefret de başat öğelerdir. Nefreti insan yaşamından dışlamak sevgiyi sahteleştirir; hayat odunlaşır, siyaset bir pazar alışverişine dönüşür. Sevgiyi ve nefreti birlikte müdafaa ve muhafaza ettiğinizde ya da bu tür önermeleri kuvvetlendirdiğinizde “nefret suçu işlemekle” itham edilirsiniz. Ki yakında böyle bir suç tanımının Türkiye’de de kanunlara girdiğini göreceğiz. Bugün bu meşum süreç, yasallaştırılan bir dayatmaya doğru gitmektedir.
Gittiği yere kadar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.