Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Sansürsüz Bir Yazı

Sansürsüz Bir Yazı

Her hafta Habertürk TV’de Yiğit Bulut’un sansürsüz programını seyrediyorum.

Tabii program başlamadan ikide bir de atmasın diye sigortalarımı kalın telle sarıyorum. Ama ne mümkün, program boyunca mutlaka bir kaç kere atıyor insanın sigortası. Bir tahtaravalli düşünün bir tarafta iki kişi, diğer yanda iki kişi ve ortada Yiğit Bulut. O da dengeyi sağlıyor. Bir taraf ağır basınca diğer tarafa ayağını basarak denge unsuru oluyor.

Efendim, bir hafta konukları arasında Amberin Zaman vardı. Gazeteci, Bengladeşli bir baba ve bir Türk anneden olma. Amerika menşeili. Kocası Josef Zaman. Amberin Hanımefendi antisemitizm “suç olmalı” derken gözleri dışına vuruyor adeta. Sabra ve Şatilla da İsrail’in yaptığı katliamları ve plajda öldürülen çocukları hiç hatırlamayan sayın yazar, “Anti semitist” yayın yapan bir gazetenin yöneticisini Başbakan Erdoğan her yere götürüyor” diyerek aklınca bir yerlere suç duyurusunda bulunuyor. O gazete de AKİT ve O’nun kalemiyle millet düşmanlarının korkulu rüyası Hasan Karakaya. Program bitince de “İsrail Büyükelçisi ancak bu kadar ülkesini savunabilirdi” demekten kendimi alamıyorum.

Sonraki hafta yine aynı seramoni. Sigortalarımı kalın telle sarıp, sansürsüz’ün başına geçiyorum. Yine zıtlar konulmuş. Bir yanda Mine Kırıkkanat, Serdar Turgut, tahtaravallinin diğer tarafında ise Nihal Bengisu Karaca ve Avni Özgürel. Ortada da her zamanki gibi Yiğit Bulut. “Türkiye nereye gidiyor” sorusuna cevap aranıyor.

Görünüşte Türkiye’nin 85 yıllık miskinliğinden kurtulup, yeniden kendi iradesi ile karar veren ülke olması alkışlanıyor.

Nihal Bengisu Karaca ve Avni Özgürel bu hususta samimiler. Gözlerinin içi gülüyor sevinçten. Serdar Turgut ve Mine Kırıkkanat ama diyorlar, işte o amada işin püf noktası gizli. Serdar Turgut, “Doğrusu ben bir savaş çıkar diye çok korkuyorum” diyerek durumunu özetliyor. Korkusu yüzünden okunuyor. Bu adam vaktiyle nasıl genel yayın müdürlüğü yapmış, şaşıyorum. Çünkü gazetecilik korkuyu hiç kaldırmayan bir meslektir. Savaşların da dünyanın bir gerçeği olduğunu, Kıbrıs’a “Barış Harekatını” yapmasaydık oradaki Rum katliamını önleyemezdik gerçeğini Turgut’a anlatmak zor gibi geliyor bana.

Ve sıra geliyor Mine Kırıkkanat’a. O “ama” dedikten sonra zehrini kusuyor. “Türk devleti kendi ülkesinde insanları öldürüyor, sonra da Suriye’deki katliamlara karşı çıkıyor” diyerek Beşer Esad’tan aferini alıyor. Ardından Piri Reis adındaki sismik araştırma gemimizin basit bir balıkçı teknesi olduğu yalanını söylüyor. Bulut’ta denge kurmak adına onunla birlikte Piri Reis’le dalga geçiyor. Bu yayından sonra da 9 Eylül Üniversitesi Piri Reis’in son derece modern cihazlarla donatılmış bir sismik araştırma gemisi olduğunu açıklıyor. Bu olaydan bir kaç gün sonra da tasarımından yapımına kadar tamamen yerli iki savaş gemisini kızaktan indirdiğimiz müjdesini alıyoruz. Kırıkkanat’ın zehirleri bununla bitmiyor. İsrail karşısındaki haklı tavrımızı bakın bu ucube yazar nasıl yorumluyor. “Tavus kuşu rakiplerini korkutmak için rengarenk kanatlarını açarmış. Bizim İsrail’e kafa tutuşumuzda öyle bir şey” demeye getiriyor.

Diyor, diyor öyle diyor. İşte bu kafalar Türkiye’nin çehresini değiştiren Recep Tayyip Erdoğan için “muhtar bile olamaz” diyerek sevinç nidaları atmamışlar mıydı? Erdoğan, sadece “manşetlerle vuruşarak” değil, bu kendi ülkesini küçümseyen kafalarla da boğuşarak ülkemizi bu onurlu çizgiye getirdi.

Onun için üçüncü döneminde halk O’na % 50 oy verdi. İlk defa büyük bir devletin, özgür vatandaşları olmanın hazzını yaşıyoruz. Yaşamayanlar utansın.


Unutulmayan sözler

1- Meydanlara sığmayan bizler, üç-dört m2’lik hücrelere sığdık
Muhsin Yazıcıoğlu

2- Sivillerin tabi olduğu iradeye, askerlerin de tabi olduğu rejimin adı demokrasidir.
Süleyman Demirel

3- Süleyman Demirel, siyasi bir münafıktır.
Hasan Celal Güzel

4- Fikri iktidar da, kendisi hapiste bir partiyiz.
Alparslan Türkeş

5- Din elden gidiyor.
Rahşan Ecevit

6- Bu kadına (Merve Kavakçı) haddini bildirin.
Bülent Ecevit

7- Hayat, iman ve cihattan ibarettir.
Prof. Dr. Necmeddin Erbakan

7- Gerektiğinde “hayır” diyebilen Türkiye’nin özlemini çekiyoruz.
Kâmran İnan

9- (İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e) Biz sizi çok iyi tanırız, siz bebek katilisiniz.
Recep Tayyip Erdoğan


İNTERNET ANDIMIZ

Efendim, AKİT Gazetesi okuyucularının bildiği üzre Cumartesi-Pazar günleri orada çokça konuşulan çengel bulmacaları da yapmaktayım AKİT’in herşeyi gibi bulmacaları da mercek altında olup, kartal medyasında manşetlere kadar taşınmış ve ülkenin en önemli olayı olarak anılmıştır. Bu cümleden olmak üzere mahkemeye bile verilmiştir. Herhalde cumhuriyet döneminde bulmacasından dolayı mahkemeye verilen ilk gazete olma şerefine sahiptir, tıpkı 312 general davasında olduğu gibi...

Diyeceksiniz ki bulmaca nasıl ve neresi için mahkemeye verilir? İşin püf noktası da burada. Zira her bulmacanın ortasında büyükçe bir siyasinin resmi var ve onunla ilgili bir de şifre sözcük. Bulmacayı çözünce o şifreyi de buluyorsunuz. Bizim sırrımız şifre sözcüklerde gizli.

Aslında meramım bu değil. Ufak bir düzeltme için bu kadar laf salatası yaptım. İki hafta önceki bulmacanın şifre sözcüğü “İnternet Andımız” idi. Yapan arkadaşta “bu olsa olsa internet andıcı olur” diyerek güya düzeltmiş. Tabii sözcükte “c” harfi olmadığı için yanlış olmuş. Burada daha önce Milli Gazete’de yapılan ve basın tarihimize geçen bir tashih olayını da anlatmadan geçemeyeceğim. Rahmetle andığımız ünlü tarihçi Mustafa Müftüoğlu Milli Gazete’de her gün “Tarihin Hükmü” başlığı altında tarihi yazılar yazmakta. Gazete o günün şartlarında kurşun dizgi ile entertipte dizilmekte. O günlerde bu işi yapan arkadaşların pek çoğu ilkokul mezunudur ve y azar-çizer takımının hatalarını bulmaktan pek keyif almaktadırlar.

Yine bir gün Mustafa Müftüoğlu yeni yazısını getirir. Dizgici arkadaş inceden inceye dalga geçerek:

- Mustafa Ağbi, yanlışını düzelttim, deyiverir.

Mustafa Müftüoğlu heyecanla sorar:

- Neyi düzelttin oğlum?

- Dünkü yazında, Kuyucu Murat Paşa yazmışsın ya. Koskoca Paşa kuyucu olacak değil ya.. Hepsini kuyumcu yaptım.

Müftüoğlu, hışımla gazeteyi açar ve acıklı durumu görür. Dizgici yazının içinde geçen tüm Kuyucu Murat Paşaları, Kuyumcu Murat Paşa yapmıştır.

O günden bugüne çok şey değişti. Kurşun dizgiden IBM’e, oradan compugrafiye ve bugün dizgi makineleri aklın sınırlarını zorlayan bilgisayar teknolojisi ile tavan yaptı. Dizgiciler artık üniversite mezunu, ama netice itibarı ile yazıları yine insanlar diziyor ve bizim yanlışlarımızı düzeltiyorlar(!) şimdi gelelim “İnternet Andımız”a. Bu şifreyi koyarken internet andıcı ile ünlenen İlker Başbuğ Paşa’nın hünerini ortaya koymak istemiştim. Düşünün, halkın oyları ile seçilen iktidarı devirmek için Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde internet siteleri kuruluyor. Vazifeleri AK-PARTİ iktidarı aleyhinde yalan-yanlış haberler yayınlamak ve yaymak. Emir-komuta zinciri içinde yapılan bu karalama kampanyasının ucu sonunda geldi çattı o devrin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Paşa’ya. Ve işte İnternet Andımız:

- Türküm, doğruyum, çalışkanım. Ülküm yükselmek, darbe yapmaktır. Muhtaç olduğum kudret halkımızın dişinden tırnağından artırdığı paralarla aldığı tankta, topta, tüfekte, denizaltıda ve F-16’da gizlidir. Varlığınız, Ergenekon’a armağan olsun!”

Hamidiye zırhlısı ve Rize

Babası gibi katil bir devlet başkanı olan Beşir Esat, demir yumruğuna artık isyan eden halkına katliama girişti. Öyle ki Suriye’nin bir sahil şehri olan Laskiye denizden topa tutuldu. Yüzlerce ölü. Doğrusu biz şaşırmadık. Zira bu filmi daha önce görmüştük. Cumhuriyetin ilk yılları, şapka inkılabı yapılmış, şapka giymek herkese mecburi kılınmış. Halkta çok büyük bir tepki. Çünkü fötr şapka gavurluk alameti olarak görülmekte. Tüm Anadolu şehirleri ayakta. Başta Konya, Muş, Erzurum, Kahramanmaraş, Ankara, Giresin ve Rize olmak üzere halkta ciddi bir karşı duruş vardır.

Bu tepkileri kırmak için İstiklal Mahkemeleri Reisi Kılıç Ali devreye girer. Darağaçları şapka giymek istemeyenler için ikinci alternatif olarak insanların önüne konulur. Yani şapkayı giyeceksin, ya da idam cezasını yiyeceksin. İşte o karanlık günlerde Rize’de yaşanan acı bir inkılap hatırası. Hatta acı değil, dehşet verici. Rize Ulu Caminin sevilen hocalarından Hafız Şaban Hoca, “Biz dinimize bağlılık isteriz. İnanmayanlar inanmasın, fakat inananlara zulüm yapılmasın. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza, cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın” diye bir vaaz verir. Bu vaazdan sonra Rize’de şapkaya yönelik protestolar yapılır. Halkın bu haklı isteği Riza limanına demirleyen, ordunun en büyük savaş gemisi Hamidiye’nin Ulu Camiye karşı yaptığı top ateşi ile susturulur. (15 Aralık 1925)

Bununla da yetinilmez, Rize’ye askeri birlikler sevkedilir. Rize halkı ve askeri birlikler arasında dört gün süren çatışmalar olur. Ve İstiklal Mahkemeleri reisi Kılıç Ali, iktidarın hukuk tanımayan celladı bir günlük bir yargılamanın ardından hükmü açıklar. Ulu Cami İmamı Hafız Şaban Hoca, Islahiye İmamı Hacı Hasan Efendi, mahalle muhtarı Yakup Çavuş, Belediye Bekçisi Kadir Ağa, Rize Asliye Mahkeme Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi Avukat Hulusi bey, Merkez Cami İmamı Hafız Kamil, Peçeli oğullarından Mehmet ve Ahmet Arslan, Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhi Numan Sabit Efendi idama mahkum edilir. Ceza bu kadarla da bitmez. Ayrıca 15 kişi 15’er yıl hapis, 22 kişi 10’ar yıl hapis, 19 kişi 5’er yıl hapis ve bir kısım Rize halkı da yine hapisle cezalandırılır.

Ve Rize katliamı Dersim’den çok önce tarihimize kara bir leke olarak geçer.


Çok mühim mesele

Bir avukatımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyormuş. Gerekçesi enteresan. Türkiye’de insanlar birbirlerine kızdıkları zaman “Ayı, domuz, itoğlu it” gibi sıfatlar kullanıyorlar. Bu hayvan hakları ihlalidir ve önemlidir.

Yani şimdi ben bu adama Eşşoğlu eşşek dersem eşşeğe hakaret etmiş mi olacağım?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi