CHP için sözün bittiği yer
Aslında bu noktada gerçekten söz bitiyor. Şamil Tayyar’ın dünkü haberi, neresinden bakarsanız bakın CHP’nin gerçek yüzünü gözler önüne seriyor.
Bu bir sondur. Kötü bir finaldir.
Ne güzel değil mi?
Sabah akşam hükümet medyası, şucu basın, bucu gazete diye feryat figan edenler, meğer bu işin alasını biliyorlarmış da haberimiz yokmuş.
Eh, CHP’ye de bu yakışır.
öyle işi taraftarlık, yandaşlık kategorisinde tutmak kesmez CHP’yi.
öder parasını, satın alır medyasını.
Nasıl olsa Tuncay özkan var.
Milletin alın teri göz nuru kitaplarını çalar, kendi kitabı diye yazar.
Soranlara da yaptımsa yaptım diyecek kadar rahattır.
Cumhuriyet mitinglerinde gırtlağını yırtar.
Sonunda ağza alınmadık hakaretler yağdırdığı insanlara kanalını satar. (Bu arada kanalı satmak için kırk tane kapı dolaşır, hatta bunun karşılığında kendisi aleyhinde açılan bazı davaların geri çekilmesini öne sürer filan ama, bu uzun bir hikaye.)
Hülasa, satar Tuncay özkan.
Satıcı varsa, alıcı zaten hazırdır.
Her fırsatta iktidar-medya ilişkilerini sorgulayan, bunu Meclis gündemine taşıyan, kurucu iradenin partisi olmakla övünen, laikliğin ve sistemin yılmaz bekçisi CHP.
Spordan müziğe kadar her alanda kendi mensuplarını ekrana taşımayı taahhüt eden bir anlaşma yapıyor.
çok daha küçük, çok daha sıradan iddialarla insanlar darağacına gönderildi bu ülkede.
Partiler akıllara ziyan iddialarla ve yorumlarla, zorlama yaklaşımlarla kapatıldı.
ülkeye başbakan olarak hizmet veren insanlar ev hapsinde tutuluyor.
Peki bu manzaraya ne demeli?
Trilyonlar kayıp.
Ne idüğü belirsiz bir belgesel üzerinden yaşanan skandalın hesabı verilemiyor.
Şimdi de Kanaltürk’ü partiye bağlayan bu sözleşme.
Ne tuhaf değil mi?
Hacca gitmek isteyen insanları diline dolayan, ne dediğini bilmez adamların da imzası var belgenin altında.
Demek ki ne yapıyoruz?
Hacca gidip parayı Araplara kaptırmamak için kendi aramızda dalavere çevirip paranın memleket sınırlarında kalmasını temin ediyoruz!
İşte merakla sorduğumuz ve bir türlü cevabını bulamadığımız CHP’nin ekonomik modeli!
Bunun daha fazla konuşulacak tarafı yok.
Eğer bir yayın kuruluşunu doğrudan ve sözleşme yaparak kendisine bağlamak, yönetici atamak, yayın içeriğine baştan aşağıya müdahale etmek, yüzde 40’ına rehin koymak ve reklamlarını ölçüsüzce yayınlamak suç değilse, o zaman söylenecek söz yok.
Sistemin sahibi edasıyla herkese hesap sormak kolay.
Hadi buyrun, şimdi de sistemin sahipleri hesap versin.
Baykal’la görüşen medya
yöneticisi kim?
Okuyucu haklı olarak ve büyük bir merakla soruyor. Deniz Baykal’la görüşen ve ona bağlılıklarını bildiren medya yönetici kim?
Bu isim pek yakında ortaya çıkacak. Şimdilik onu söyleyebilirim.
Ayrıca bulmanız o kadar da zor değil.
Göreve yeni gelen medya yöneticilerini alt alta sıralayın.
Aralarında hangisinin CHP lideriyle görüşüp ‘Siz bizden yana endişe etmeyin’ mesajı vermesi size tuhaf geliyorsa, o ismi bulmuş olursunuz.
Hepsi bu kadar.
Kapatma sürecinden notlar
AK Parti’ye yönelik kapatma davasıyla ilgili Kızılcahamam sonrası bazı notlar aktaralım.
Davanın açıldığı ilk günlerde özellikle milletvekilleri arasında ciddi bir kaygı ve telaş göze çarpıyordu.
Hatta önemli bir kesimi partinin kesin olarak kapatılacağını düşünüyordu. Doğrusu olup biten bu algıyı beslemeye de müsaitti.
Ancak aradan geçen aylar sonra puslu hava biraz olsun dağılmaya başladı.
Son Kızılcahamam kampından yansıyan hava, milletvekillerinin sürece daha olumlu baktığı yönünde.
Herkes kesin olarak partinin kapatılmayacağı düşüncesinde değil elbette. Daha doğru tanım şu. Partiyle ilgili çıkacak karar ne olursa olsun, AK Parti’nin temsil ettiği siyasetin yoluna devam edeceği yönünde bir kararlılık ortaya çıktı.
Bunu şekillendiren de özellikle Başbakan Erdoğan’ın son iki aydır izlediği politikalar.
Dava sürecinin uzamasına izin vermedi. Savunma yerine ‘cevap’ tercihini öne çıkararak özgüven aşıladı. Kavga yerine ‘Biz kendi işimize bakıyoruz’ stratejisini izledi.
Tüm bunların partideki olumsuz havayı önemli ölçüde dağıttığı söylenebilir.
Kızılcahamam sonrası notlar kısaca böyle.