Deprem, siyaset, terör...
Önce Hakkari’deki terör saldırısı, sonra askeri operasyon, ardından da Van depremi...
Bu üç resmi yan yana koyduğumuzda ülkenin geldiği vahim durumun son hali net olarak anlaşılıyor. Ya da tam tersine, bu üç resme bir arada baktığımızda, ülkenin geldiği vahim durumdan nasıl çıkılacağını da görebiliyoruz. Tezat, ama gerçek...
¥
Peki, bu nasıl oluyor? Şöyle oluyor:
Gördük ki, maalesef “Kürt ve Türk halkları arasındaki ayrımlaşma” toplumun bir kısmının zihninde yerini bulmuş. Her ne kadar “birlik-beraberlik” nutukları atılsa da, bazı zihinler ayrılığı benimsemiş görünüyor.
Çünkü, “Deprem Van’da da olsa hepimiz üzüldük” denilebiliyor. Yani Van ve çevresindeki bölgeyi “bizden ayrı” olarak görmeyi benimsemiş bir “zihni altyapı”nın dışavurumu sergilenebiliyor.
Çünkü, PKK’nın siyasi uzantısı BDP’nin başkanı, yardımlar karşısındaki şaşkınlığını şöyle dile getirebiliyor: “Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var.” Şimdi ne demek bu? Normal olan yardımlaşma değil mi? Gölcük ya da Düzce depremlerinde yapılan yardımlar için herhangi biri çıkıp böyle bir açıklama yapma gereği hissetmiş miydi? Ama Pakistan’daki felaket için yapılan yardımlar münasebetiyle Pakistanlılar, “kardeş ülke” Türkiye’ye “teşekkür” etmişti. Dikkat edin, Demirtaş’ın zihninde ayrımlaşma tamamlanmış, bir “kardeş halk”ın “kendilerine” yaptığı yardıma teşekkür etme gereğini hissediyor. Ya da kendini “bura”dan ayrı, “ora”ya ait görme psikolojisi...
Çünkü, birileri, “bak işte, biz size yardım ediyoruz, nasılmış?” demeye getirerek takaza edebiliyor. “El ele verdik, bir araya gelip yardım topladık. Birbirimizin yaralarını sardık” ifadelerini habire vitrine çekmenin ne alemi var? Normal bir durumda kim böye yapar?
İşte bunlar, “ayrılık psikolojisi”nin kimi zihinlerde ne kadar derinleştiğini, yerleştiğini; ama her iki tarafta da bunun burukluğu yaşandığı için “buruk bir dayanışma” ile -belki- “geri dönülebilirliğin” arandığını gösteren “psikolojik bir tutum”dur. Bu tutumun “ihmal edilebilirlik lüksü” de yoktur ve derhal “rehabilite edilmeli”dir.
¥
Deprem olduğu sıralarda, dehşet verici bir projenin uygulamaya konulmak üzere olduğu söyleniyordu. Denilene göre, eğer Van depremi olmasaymış, üniversiteler başta olmak üzere bütün okullarda provokasyonlar yapılacak, öğrenci eylemleri tüm ülkeyi saracakmış!... Hakkari’deki terör saldırısı vesilesiyle kitlelerin ayağa kaldırılacağı, nitekim Türkiye’de ilk defa lise düzeyinde sahaya inişlerin olduğu, bunun belki de bir “darbe”ye zemin hazırlamak ya da “derin yaralar”a yol açmak gibi bir sonuca götüreceği söylentileri almış başını gidiyor.
Bu, “askeri siyaset”in, ya da “derin yapılanma”nın hız kesmiş de olsa hâlâ işleyişini sürdürdüğünden başka ne anlama gelir?
Aynı kapsamda bir diğer açıdan da şunu görüyoruz: Birileri sanki, “nereden çıktı bu deprem?” diyecek gibi. Çünkü “terör” gündemin birinci sırasına oturmuştu ve deprem olmasaydı, her şey, Kürt ve Türk halklarını birbirine düşürme tezgâhına doğru sürükleniyordu. Ancak deprem gündemin birinci sırasını alınca, bu tezgâh da tutmamış oldu. Üstelik, “birbirine düşürülmeye” çalışılan “iki halk”ın, aslında ne denli “birbirine düşkün” olduğu görüldü. İnsanlar büyük bir özveriyle yardıma koştu. Öyle ki, terör örgütünün siyasi uzantısının başkanının bile, bunu açıklamak için bulabildiği tek kelime, “kerdeşlik” oldu.
Burada “ilahi hikmet”in garip tecellisini de görüyoruz. 30 yılı aşkın süredir devam eden “terör”le, yapılan onca siyasi, kültürel ve sâir “beyin yıkama” faaliyetleriyle “birbirine düşman edilmeye” çalışılan, aralarında “kin tohumları” ekilen iki halk, bir tek depremle bütün bu “kirli geçmiş”i bir kenara bırakıp birbirine koşabiliyor. Yani “derin ve kirli ilişkiler”in 30 yılı aşkın çabası, bir tabiî afetle boşa çıkarılabiliyor. Türk’ün bu yardımını gören Kürt esnaf, ilk defa “Kürt göstericiler”e tepki gösterebiliyor. İlahi hikmetin tecellisini görüyor musunuz?
¥
İşin siyaset boyutuna gelince... “Terör”le “deprem kayıpları” arasındaki benzerlik, “siyasi zihniyet”in tutumunda kesişiyor. Zira nasıl ki “yanlış siyaset” terörü beslediyse, doğru bir “kentleşme ve konut siyaseti” izlenmediğinden, emlak ve konut siyasetinde “köşeyi dönme” ve “rant” esas alınarak “kayırma” politikası izlendiğinden, işte görüyoruz, sağlıksız kentleşmeler, çürük binalar yapıldı ve deprem kayıpları da arttı.
Her şeyden önce, “siyaset”in ve “hukuk”un kirlerden arınması, insanları bir arada tutan “inanç bağı”nın “reforme edilmeden” ve “ihlas”a dayalı biçimde “ihya” edilmesi, bu devlet eliyle yapılmıyorsa, bari bunu yapacak olanların önünün kesilmemesi lazımdır.
Bir de “terörün siyaseti” var. PKK, “depreme rağmen” bölge halkını terörize etmeye, güya özgürlüğü için savaştığı bölge halkına giden yardımları engellemeye çalışarak terörü sürekli kılmaya çalışıyor. Dikkat edin, yağmalanan, çalınan çadırlar ve diğer malzemeler, kış şartlarına girildiği bir ortamda PKK militanlarının yuvalandığı mağaralara aktarılabilir.
¥
İşin esasına bakarsak, Kürt ve Türk halkları birbirinin rakibi ve düşmanı değil, yüzyıllardır iç içe geçmiş, birbirinin adeta tamamlayıcısı olmuş iki müslüman halktır. Bunların birbirinden ayrılması hem sosyal olarak (kurulan aile bağları, dostluk ve arkadaşlıklar, iş ortaklıkları vs.), hem de dini açıdan mümkün değildir.
Bunu anlamak için keşke bir tabiî afet beklenmeseydi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.