Ruh asaleti
“Orası artık bizim için ne bir belde, ne şehir, ne de kaledir; vatan sevgisinin, onurun, yiğitliğin abideleştiği mekândır. Hiçbir yaralı esir, galibine öyle yelesi kabarık aslan heybetiyle görünmedi; tarihte yenen, yendiğinin gölgesinde bir başka yerde kaybolmadı.” Bu alıntı Mehmet Niyazi Beyin Plevne isimli romanının arka kapak yazısından. Kendisi Türk Edebiyatı Vakfı’ndaki sohbetinde yeni çıkan kitabı vesilesiyle Plevne savaşını anlatırken yazı konusu yapmayı düşünmüştüm. Araya gündemdeki meseleler girince bugüne kısmet oldu.
Mehmet Niyazi Bey, tarihi romanlarını yabancı kaynaklar da dâhil bizzat belgeler üzerinden kaleme alan bir yazar. Bu yüzden her romanının, okurla buluşmadan önce, uzun bir hazırlanış dönemi hikâyesi var. Kurguya fazla itibar etmiyor, hamaset yapmıyor, kahramanlar ve olaylar sahih. Ele aldığı kahramanların her biri kurguya ihtiyaç duyulmayacak kadar tek başına romanı sürükleyecek zenginlikte. Farklı karakter özelliklerine sahip bu kahramanların buluştuğu ortak özellik inancımızın ve kültürümüzün yoğurduğu ruh asaleti. Hak ve hakikat için bireysel olanı terk edip ölmeden evvel ölenlerin safında yer almaları. O yüzden, perdeleri kalınlaşmış yüreklerimize, henüz hassasiyetini kaybetmemiş bir köşesinden sızıyorlar. Hafızamızı diriltmeye çalışıyorlar.
Ülkemizde çok uzun zamanlardan beri aklın ve vicdanın süzgecinden geçirilmeden tedavüle sunulan gündemler, kavramların içini boşaltarak yerine başka anlamları yerleştirdi. Yiğitlik, mertlik mefhumları bunun en somut örneklerinden. Yiğitlik ve mertlik modası geçmiş çeyiz gibi algılanmaya başladı. Dahası mafya dünyasının kabadayılığı ile özdeşleştirildi.
Gerçekte bu vasıflar çok üst seviyedeki ahlâkın özelliğidir. Kula kulluk etmeyen, hakikatin yanında dimdik durabilen, öfkesini yenebilen, hırsını frenleyen, Hakk için dünya menfaatlerini elinin tersiyle geri çeviren, aciz insanlar üzerinden kahramanlık yapmayan, kendi kusurlarını gören ve kabul eden, kibrini toprak eyleyen, ilâh... Sözde kolay, özde çetin mesele. Kısacası mertlik ve yiğitlik Muhammedî ahlakın alanındadır, o ahlakı içselleştirmektir. Bunun eğitiminin yolu ve yöntemini de Peygamber Efendimizin adımlarını takip edenlerden öğrenmek mümkün.
Savaşlar fâni dünyaya ait. Kazananı, kaybedeni zamanı geldiğinde savaş meydanlarının hikâyelerini bizlere bırakarak, dünyevi elbiselerinden sıyrılıp ebediyete göç ediyorlar. Asker olarak değil, insan olarak yapıp eyledikleriyle gidiyorlar. Hayır hanelerinde ne kadar can yaktıkları değil, ateş ortasında bile insanlığa örnek davranışları yer alıyor.
Mehmet Niyazi Beyin her üç romanında da (Çanakkale Mahşeri, Yemen Ah Yemen, Plevne) asil ruhlarıyla tarihin insanlık sayfasında yıldız gibi parlayan kahramanları tanıyoruz. Çünkü okulların müfredatlarında bu isimler yer almıyor. Sadece okullarda mı? Yayın dünyasının adeta gizli yasaklıları. Müellifin belirttiği gibi Pevne Savaşı ile Rusya’da beş yüze yakın kitap yayınlanmışken, bütün dünyanın hayranlıkla karşıladığı bu büyük hadiseyle ilgili kendi ülkemizdeki yayınların sayısı esef verici.
Gazi Osman Paşa yalnızca bir kumandan olarak değil, bir strateji dehası ve karakter abidesi olma özellikleriyle de tanıtılmalı bu ülkenin çocuklarına. Rusların ünlü yenilmez kumandanları Mihail Skobelev’in karşısında duran Yunus Beyden bizlerin hiç mi hiç haberi yok. Oysa Batı dünyası Yunus Beyin farkında, bu karşılaşma için, “tanrılar savaşı başladı” diyorlar. Silivrili kumandan Mustafa Bakkal Çavuşa neden bakkal sıfatının verildiğini kaçımız biliyorduk, sıfatı şöyle kalsın adından bile haberimiz yoktu. Yüksek ruhları anlayabilecek dünyamızı küçülttük. Kahramanlarımızı hatırlamak şovenlikle karıştırıldı. Kısır dünyalarda daha fazla ufalanmamak için, keşke Niyazi Beyin romanları okullarda yüksek ahlaka örnek şahsiyetler diye okutulsa.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.