Yeni güç ve nüfuz savaşlarına doğru
Tarihte cereyan etmiş büyük savaşların ortaya çıkış sürecine, mantığına baktığımızda gelecekte meydana gelebilecek savaşları hangi etmenlerin çıkaracağını tahmin etme imkânı yakalarız. Tarih bilimsel bir disiplin olarak mâzideki gerçekleri ortaya çıkarmak, tahlil etmek ve öğretmenin yanısıra geleceği geçmişin ışığında öngörmek ve buna hazırlıklı olmak için vardır.
Felâket tellallığı yapmak gibi bir niyetimiz yok ama, bugün yaşanan küresel ölçekteki siyasi, askerî ve en önemlisi ekonomik krizlerin büyük ölçekli savaşların habercisi olduğu kanaatindeyiz. Geçen yüzyılda dünyanın kremasını yemiş müreffeh ülkeler bir bir dibe vuruyor. Yeni güçlü ekonomiler ortaya çıkarken eski güçlü ekonomiler iflasa doğru sürükleniyor. Savaş sinyalleri de bu zeminden geliyor.
Bunu görebilmek için bir yüzyıllık geçmişi hatırlamak, modern savaşların yıkıcı doğasına ve dinamiklerine bakmak yeterli sanırım. “Büyüme ideolojisi”nin sardığı 19. yüzyıl Avrupa’sı, sömürgeci emellerin zaruri bir sonucu olarak bir ‘paylaşamama’ savaşına girmişti.
Bu meyanda Birinci Dünya Savaşı tarihte ilk kez savaş konseptini bölgesel olmaktan çıkartıp büyük devletlerin topyekün savaşına dönüştürmüş, sonuç itibarıyla da dünya sathında derin etkiler bırakmıştır.
Bu savaşta Avrupa, Rusya ve koca Osmanlı’nın tüm merkezleri tarumar olmuştur. Ekonomiler çökmüş, sosyal travmalar halkların ortak kaderi olmuştur. İmparatorluklar döneminden ulus devletler dönemine geçilmiştir. En tehlikelisi de; İkinci Dünya Savaşı’nın altyapısı inşa edilmiştir.
Savaşın ağır şartları ve sonuçları, kalıcı olmayan bir savaş anlaşmasıyla Birinci Dünya Savaşı’nı bitirmişti. Ama tarafları tatmin edecek bir paylaşım düzeni kurulamadığından İkinci Dünya Savaşı kaçınılmazdı.
Bu savaş da, klasik savaş yöntemlerini dramatik bir şekilde değiştirmiş, savaşları savaş meydanlarından sivillerin yaşadığı şehir merkezlerine taşımıştır. Sonuç ise her alanda tam bir yıkım olmuştur.
Neticede iki kutuplu dünya düzeni kuruldu, güç ve nüfuz savaşı soğuk bir zemine taşındı. Soğuk Savaş dediğimiz bu dönem de Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar sürdü.
ABD bunu fırsat bilerek “medeniyetler çatışması” ekseninde tek kutuplu bir dünya düzeni kurma hayâllerine kapıldı. 11 Eylül olayı kuvveden fiile geçiş startını verdi, bu da sonuç vermedi. Hâlâ da dünya düzeni kurulabilmiş değil. Düzen kurma hevesindeki ABD ve müttefikleri son yıllarda kahredici ekonomik krizlerin anaforunda kendilerini kurtaracak çıkış yolları arıyorlar.
Paradigmada özdeş özelliğine rağmen Batı’dan Asya’ya doğru güç kayması yaşanıyor; ABD ve Avrupa inişe geçerken Çin ve Hindistan yükselişe geçmiş durumda. Yeni küresel güçleri kimse görmezden gelemiyor. Türkiye, İran, Brezilya gibi bölgesel güçler ise kurulacak yeni dünya düzeninde karar verici ülkeler arasında olmak için vaziyeti zorlamakta.
Tarihsel bir gerçektir; güç kayması büyük savaşları bağrında saklar. Çünkü inişe geçen güç merkezleri eski ihtişamlı günlerini tekrar ikame etmeye, yeni yükselen güçler ise paylaşılan pastadan daha fazla hak talep etmeye başlar. Siyasetle bir çözüme ulaşılamadığı zaman ise, mantıklı ve mantıksız bahanelerle savaş, son sözü söyleme aracına dönüşür.
Buraya doğru hızla ilerliyoruz. Yükselen ve inişe geçen ülkelerin nükleer silahlara sahip olması da bir taraftan savaşı frenlerken diğer taraftan kıyamet sahnelerini akla getirmektedir. Bu sebeple olsa gerek, şimdilik terör üzerinden sonuç almaya çalışmaktalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.