Anayasa'nın uygulanması sorumluluğu

Anayasa'nın uygulanması sorumluluğu

Anayasa Mahkemesi'ni Anayasa'dan kaynaklanmayan bir yetki kullanımına sevk eden iptal kararının hiçbir meşruiyeti yok. Anlaşılıyor ki, AYM bu şekilde davranarak kendi kararından daha gayr-ı meşru bir “askeri güç himayesine” olan sonsuz güvenini zımnen ifade etmiştir. Nitekim karar hakkındaki ilk tepkisi “malumun ilamı” şeklinde gerçekleşen Genelkurmay başkanı, AYM'nin yetkisini değil belki ama gücünü nereden aldığını ifşa etmiştir.

Hiçbir yasal zeminde “malum olmayan” bu ilam, olsa olsa AYM ile yine yetkisiz ama “işbitirici” birileri arasında “malum olan” gizli bir protokolün, gizli bir ajandanın var olduğunu göstermektedir.

AYM'nin iptal kararını mevzubahis yasaları “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” rejimin nitelikleriyle ilişkilendirdiği görünüyor. Bundan hareketle AYM'nin devlet adına veya rejim adına bir koruma refleksi ile hareket etiğini düşünmek inanın gereğinden fazla lüks kaçıyor. öyle uzun boylu “rejimi koruma” değerlendirmelerine girmenin hiçbir yeri yok. T.C.'nin değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen niteliklerinden fiilen değiştirilmemiş hiçbiri kalmamıştır.

Bu kararın tahrip ve tahrif edeci etkisinden devletin ne cumhuriyet, ne hukuk ne sosyal, ne üniter ne de demokratik niteliklerinin hiç biri kurtulamamıştır. Anayasadan alınmamış yetki kullanımı rejimin köküne kibrit suyu döker. Bütün bunlar rejimi kurtarmak adına yapılıyor olsa da korunan rejim değil bugünkü şartlarda sadece çok iyi organize olmuş gayr-ı meşru bir yapılanmadan başka bir şey değildir.

Bu yasadışı organize yapılanmaya gereğinden daha tarihsel, daha mistik, “derin” bir rol atfetmenin hiçbir gereği yok. Yapılması gereken bu yapılanmanın “suçlu” niteliğini sürekli vurgulamak ve tabii ki seyirci kalmayacak durumda olanların, gücünü ve yetkisini yasalardan alanların müdahil olmasından geçer.

AYM gücünü anayasadan almayan yetkileri kullanmayı alışkanlık haline getirmek suretiyle anayasayı, yani Mustafa Karaalioğlu'nun çok yerinde ifade ettiği gibi “toplumsal sözleşmeyi” tek taraflı olarak fesh etmiş, böylece yasama ve yürütmenin işleyişini felç etmiş durumdadır. Kararlarının kesin ve nihai olmasını suistimal ederek sınırları aşmış ve devletin bütün kurumlarının “uyumlu işleyişine” fiilen engel olmuştur.

Tam bu nokta aslında devletin başına, yani cumhurbaşkanına en doğal, en meşru müdahale alanı doğurmaktadır. Anayasa'nın 104. maddesinde “Devletin başı” olarak tarif edilen Cumhurbaşkanı, “Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” AYM anayasadan almadığı bir yetkiyi kullandığında, Cumhurbaşkanının “anayasanın uygulanmasını gözetme” görevi ve yetkisi devreye girer ve üstelik bu yetkisi AYM'nin dayandığından çok daha fazla Anayasaya dayanır. Bu açıkça kısıtlayıcı Anayasa emirlerini bile hiçe sayarak Cumhurbaşkanını yargılamaya cüret edenleri de durdurabilecek bir yetkidir.

Ayrıca Cumhurbaşkanının devlet kurumlarının uyumlu ve düzenli çalışmasını gözetme yetkisi de vardır. Yetkiler kullanılmaya kullanılmaya zayıflar. Zayıflamış yetkilerin oluşturduğu boşlukları siyaset veya bürokrasi mafyaları doldurur.

Bu yasadışı yapılanmaya karşı Meclise ve hükümete ayrıca büyük görevler düşüyor. öncelikle yargıya karşı hiçbir şey yapılamayacağı gibi yargı mutlakıyetçiliğine prim veren yaklaşımdan vazgeçmeli. Siyasetin sınırsız imkânları vardır ama bu imkânlar her şeyden önce buna dair bir inançla, acz ve teslimiyet duygusuna kapılmamakla var olur. Muhalefetin böylesine gayr-ı meşru bir organizasyona dayanıyor olması, siyasete gücünü meşruiyetten alan geniş bir alan açıyor.

Ayrıca siyasete ve yasamaya kast eden yargı hamlelerini TBMM şahsında karşılamak, bu hamlelere Meclis'i muhatap etmek gerekiyor. Siyasetin MHP, DTP ve BBP kanadına bu yasamanın onurunu koruma noktasında AKP'den daha az görev düşmüyor.

Doğru siyasetin en önemli koşulu uygun zamanlamadır. AYM'nin kararı öncesine kadar belki Anayasa değişikliği için uygun bir zemin yoktu, ama artık onun da ötesine geçecek şekilde, sivil-özgürlükçü, ilerlemeci ve evrenselci bir anayasa vizyonunun yeniden ve hızla hakim kılınması, siyasal alanın kurtarılması için en uygun zaman ve yoldur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi