Türkiye'de Arap algısı
Arap baharının arka planında kimler var, asıl aktörleri hep beraber görmekte olduğumuz aktörler mi yoksa işin arka planında başka aktörler var mı, yok mu sora duralım. Üstüne Mısır'da yaşananların devrim niteliğinin aslında Mübarek'i devirmekten başka bir ufkunun olmadığını, askerin Mübarek'ten sonra durumu kontrol edip eski düzeni kendi namına sürdürmeya çalışıyor olduğunu da dinleye duralım.
Doğrusu hem Mısır devrimcileri olup bitene Fransız değil hem de bu devrim süreçlerinin hiç birinde işlerin olup bittiğini ve yabancı güçlerin buradan ebediyyen dışlanmış olduğunu kimsenin söylediği de yok söyleyebilecek durumu da. Elbette süreci herkes kendi lehine çevirme hesabından geçmiş değil.
ABD'nin veya AB'nin veya Mısır derin devlet düzeninin herşeyi tam bir teslimiyet içinde kabul etmiş olduğunu ve bundan sonra Arap baharında hiç bir hava dalgalanmasının yaşanmayacağını kimse söyleyemez. Tahrir meydanını dolduran gençlerin talepleri son derece haklı. Lakin seçimlere bir hafta kala yapılan bu gösterilerde polisin şiddetiyle bu kadar senkronize bir gösteri dalgası işin içinde bir iş olduğu izlenimi veriyor. O yüzden İhvan bu gidişatın seçimleri ertelemek için askere bulunmaz bir fırsat sunma ihtimaline dikkat çekerek Tahrir gösterilerine tereddütle yaklaşıyor. İşler hiç de kolay değil.
Bu arada geçtiğimiz hafta ABD'de Maryland Üniversitesi'nce yapılan '2011 Yılı Arap Kamuoyu Anketi'nin sonuçları yayımlandı. Bu anketin verilerine göre, Arap Baharı'ndan en kazançlı çıkan ve 'en yapıcı' görünüm sergileyen ülke Türkiye; 'en fazla hayran olunan dünya lideri' ve 'aranılan Başbakan' ise Recep Tayyip Erdoğan. Bir süre önce TESEV'in açıkladığı Arap Ülkelerinde Türkiye algısının verileri ile Stratejik Düşünce Enstitüsü'nde Doç. Dr. Ahmet Uysal'ın yaptığı Mısır'da Türkiye Algısı'nın verileri de birbirini teyid ediyor.
Arap ülkelerindeki algı Türkiye'ye çok büyük ve özel bir teveccühü yansıtıyor. Ancak çok açıktır ki, bugünkü algının en önemli belirleyicisi Tayyip Erdoğan ve AK Parti. O yüzden bugünkü Türkiye algısı aynı zamanda derin bir algı değişiminin hikayesidir. Türkiye farklı bir yaklaşım benimsediği son 9-10 yıldır Arap ülkelerinde her geçen gün daha çok önemsenen, değer verilen, sevilen, sayılan bir ülke konumuna geliyor. Türkiye farklı bir yaklaşım sergilediğinde Arapların Türkiye'ye ve Türklere karşı bakışları değişiyor da Türklerin Araplara bakışı bir değişim gösteriyor mu? Kuşkusuz bu konuda elimizde iki dönem arasında bir değişimi kaydedecek karşılaştırmalı veriler yok bugün.
Geçtiğimiz hafta merkezi Riyad'da bulunan Kral Faysal İslami Araştırmalar Enstitüsü'nün bir daveti üzerine "Türkiye medyasında Arap algısı" başlıklı bir konferans verdim. Kraliyet ailesinden ve akademik çevreden insanlarla birlike Ensitünün Stratejik Araştırmalar merkezinden araştırmacılardan dinleyicilerin hazır bulunduğu konferans, diyebilirim ki, son zamanlarda katıldığım en verimli etkinliklerden biri oldu.
Türk medyasının Araplar hakkındaki algısını anlatmam gereken toplantıda daha ziyade Suudi Arabistan'lı elitlerin Türkiye ve bilhassa Erdoğan hakkındaki algılarını yakından gözlemleme fırsatı buldum. Alabildiğine titizlikle düzenlenmiş konferansta bir saatlik sunumumun sonunda bir saatten fazla da katılımcıların sorularını ve katkılarını aldım.
Bu esnada Arap sokakları ile elitler arasında Türkiye ve Erdoğan algısının farklılaşması üzerine benim de zaman zaman paylaştığım görüşü revize etme ihtiyacı hissettiğimi söyleyebilirim. Erdoğan'dan bahsederken en elitler dahil olmak üzere içten bir muhabbeti hemen hissedebiliyorsunuz. Bunu açıkça birbirlerine zikretmekten de hiç geri durmuyorlar ve Erdoğan sevgisi giderek Türkiye sevgisi, Türklere dair sevginin ifadelerine dönüşüyor.
Türkiye'nin Erdoğan yönetiminde yaşamakta olduğu değişimi yakından ve büyük bir sempatiyle takip ediyorlar ve yeni Türkiye ile ilişkileri daha fazla geliştirmenin önemini veğ isteğini ifade ediyorlar. Bunun yollarını aramak için sadece devletler düzeyinde değil özellikle aydınlar, akademisyenler ve sivil toplum teşekkülleri arasında neler yapılabileceğini sorguluyorlar. İlişkilerin arzulanan boyutların neden gerisinde kaldığını soruyorlar. Türk medyasında Araplar hakkında zaman zaman çıkan olumsuz haberlere şaşırdıklarını ifade ediyorlar.
Gerçekten de Türklere düşman, Osmanlı'nın izlerini silmeye çalışan bir Suudi izlenimi yaratan yayınlara karşılık hayret edilecek derecede olumlu bir Türkiye ve Osmanlı algısına tanık olabiliyorsunuz. Hatta Müslümanların arasını bozan milliyetçiliklere, başta Arap milliyetçiliği olmak üzere veryansın ediyorlar.
Bunları konuştuğumuz Faysal Dergisi'nin yayın editörüne, Riyad'a gelmeden hemen önce bizim basında çıkmış Lawrence'in yaşadığı evin müze yapıldığına dair bir haberi soruyorum. Bu haberde Lawrence'in Arapları Osmanlı'dan kurtaran kahraman olarak sunulduğunu anlatıyorum. Hayretler içinde kalıyor ve diyor ki, "Fesubhanallah! Müslüman Araplar arasında Lawrence'i kahraman olarak görecek bir Allah'ın kulu yok. Herkes onun Müslüman ümmeti parçalamak üzere İngilizlerin hesabına çalışan bir casus olduğunu bilir ve ilgileniyorsa o yönüyle ilgilenir. Bu haberlere nasıl itibar edilebiliyor?"
Doğrusu bunu ben de sordum kendi kendime. Bu tür haberler düzenli olarak Türkiye basınında nasıl çıkıyor ve bütün bunlar Türkiye halkında Araplar hakkındaki algıyı nasıl şekillendiriyor? Bu haberlerin büyük çoğunluğu uydurma olduğu halde hiç bir tashih işlemi olmadığı için gerçek gibi kabul ediliyor. Birileri bizi tam da bu şekilde bölgeden uzak tutmanın çok kurnazca yolunu bulmuş olmasın? Türklerin Arap algısı bu şekilde işlerken ingilizi, Amerikalısı, her milletten Avrupalısı hiç bir rezerv taşımaksızın buralarda yatırımlarını kovalıyor.
Bu arada başkalarının bizim hakkımızdaki algıya fazla kapılmayalım, bizim başkaları hakkındaki algımız bize biraz da kendimizi anlatıyor aslında. Bu vesileyle keşfedebileceğimiz "kendimiz"de mücadele etmemiz gereken "kibir", "kendini beğenmişlik", "suizan", "hakkaniyetsizlik" gibi bir dizi nefis hastalığını teşhis edebiliriz. Bu da bir hayra vesile olur umarım.