“Andımız” ve İslami duyarlılık
Hayata hep “eleştirel göz”le bakmak hiç “hoş değil.” Ancak öyle gerçekler kuşatmış ki hayatımızı, bunları dile getirmeden de edemiyor insan. Belki çözüm bulunur, belki “daha iyi”ye gidilir diye...
Cumhurbaşkanı Gül, Dersim tartışmalarını yorumlarken şöyle demiş: “Türkiye’de herkes, her şeyi tartışabilir. Tabular yok artık. Yeter ki ölçü bilinsin, istismar edilmesin.”
Buradaki “ölçü” ve “istismar”ın ne olduğunu ve hudutlarını kimin, niye ve neye göre tayin edeceğini anlayamadım ama, eh, madem ki “Cumhurbaşkanı’ndan onay çıktı”, o halde biz de içimize dert olmuş pek çok konudan birini tartışmaya açalım bakalım ne olacak?
Gerçi bu konu daha önce “Ayrılıkçı Kürt Hareketi” tarafından gündeme getirilmişti, ancak onlar metnin “ırkçı yaklaşım”ına itiraz ediyorlardı. Ben, konuya “İslam inancı” penceresinden bakmak istiyorum. Zira her nedense çoğu Müslüman, meselelerini “İslam’a göre” değerlendirip tavır alma duyarlılığını yitirdi.
Neyse, uzatmayalım. Konumuz, ilköğretim okullarında okunan “Andımız” metni...
Metnin hikayesi çok ilginç: Zamanın Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, 1933’ün 23 Nisan Çocuk Bayramı sabahı “ilk bayramlaşma”yı kızlarıyla yaparken, onlara bir şeyler söylemek istiyor ve düşünüyor, taşınıyor, şöyle bir cümle kuruyor: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” Prof. Afetinan’ın, “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” kitabında yazdığına göre, kızlarına bu sözleri söyleyen Bakan, “çok büyük bir keşif yapmış” hissine kapılarak havaya girip heyecanla Çankaya’ya koşuyor. Sonuç malûm. Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 Sayılı kararla bu metni “Öğrenci Andı” olarak uygulamaya koyuyor.
(Bu arada meraklısına not: Sözü geçen Bakan eski İttihatçıdır ve “idam mangası” olarak faaliyet göstermiş olan Ankara İstiklal Mahkemesi’nin üyesidir.)
Görüyor musunuz, tüm milli eğitim camiasını o günden sonra “hizaya” sokan bir metnin nasıl oluştuğunu? “Böyle bir ihtiyaç var mı, yok mu?” ya da “eğitim için gerekli bir yemin metni olması ne işe yarayacak ve bu metnin içeriği nasıl olmalı?” gibi bir araştırma yapılmış değil. Kızlarına şirinlik yapmak isteyen bir Baba-Bakan, anlık bir hisle birkaç cümle kuruyor ve o cümleler, zaman içinde sonlarına başka cümleler de eklenerek adeta “kutsal bir metin” hüviyetine büründürülüp bütün öğrencilere, her gün “yemin” olarak içtiriliyor. Sanırım, “Cumhuriyet sisteminin bu ülkede nasıl tatbik edildiğine dair tipik bir örnek”tir bu durum.
Tabiî iş bununla bitmiyor. 29.8.1972 tarih ve 14291 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İlkokullar Yönetmeliği’nin 78. Maddesinde “Öğrenci Andı”na şöyle bir bölüm ekleniyor: “Ey bu günümüzü sağlayan Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.” Nihayet, 28 Şubat sürecinin ateşli günlerinde, Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisinin Ekim 1997 sayısında yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 10. Maddesiyle ilköğretim okulunda öğrenciler, her gün dersler başlamadan önce “öğretmenlerin gözetiminde topluca” bugünkü “Andımız”ı okumakla yükümlü tutuluyorlar. Evet, işin hikayesi böyle. Bugünkü haliyle okunan metnin gerek kurgusu, gerekse eğitim psikolojisi ve pedagoji ilmi açısından durumuna işaret edecek değilim; zira meselenin bu yönü uzmanının işi. Yine bu metnin, daha önce karşı çıkılma sebebi olan ırkçı yaklaşım tarzına da değinmeyeceğim. Zira, “Türk” olmanın ayrıcalıklı olmasını da, bir mutluluk kaynağı olarak telakki edilmesini de sağlıklı bir kafa yapısıyla bağdaştıramıyorum. Nitekim benim Peygamberim, “üstünlük ancak takvadadır” buyurarak “ırka dayalı bir üstünlük telakkisi”ni reddetmiştir. Benim dikkat çekmek istediğim husus, böyle bir “metnin üzerine inşa edildiği temel zihniyet”in ve bunun “İslam inancı karşısındaki vaziyeti”nin ne olduğudur.
Şimdi bugünkü “Andımız” metnindeki şu ifadeye dikkatinizi çekmek istiyorum: “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim.” Yani neymiş? Benim çocuklarım, her sabah derse girmeden önce, askeri disiplin içinde hizaya sokulacak ve Mustafa Kemal’in açtığı yolda, onun gösterdiği hedefe doğru hiç durmadan yürüyeceğine yemin edecekmiş! Yani temel zihniyet, “Kemalist bir nesil” yetiştirmek!...
Peki, M.Kemal’in açtığı yolda ve gösterdiği hedefte neler var? Devrimlerle nelerin devrilip yerine nelerin ikame edildiğini, bu yapılırken nasıl bir baskı ve zulüm tatbik edildiğini, İstiklal Mahkemelerinde “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” diye ne kararlar verildiğini, camilerin depo, ahır vb. gibi amaçlarla kullanıldığını, Kur’an hükümlerinin hayattan uzaklaştırılmakla da yetinilmeyip Kur’an’ın yasaklandığını, Kur’an öğrenmenin suç sayıldığını ve daha yüzlerce uygulamayı burada tek tek sayalım mı şimdi? Bunları zaten biliyorsunuz.
Şimdi ben, yarın mahşer günü Allah’a hesap vermekle yükümlü olduğumu bilen bir Müslüman olarak, çocuklarımı böyle bir yola koyulsunlar diye mi yetiştirmeliyim, yoksa İslam inancına göre mi? Ben İslam’ı tercih ediyorum ve Kemalist falan da değilim. O halde çocuklarımın Kemalist olarak yetişmesine niye göz yumayım? Bilakis çocuklarımı İslam inancına göre yetiştirmekle mükellef olduğumu düşünüyorum.
Tâ ki birisi çıkıp, Kemalist sistemin İslam’a uygun olduğunu ispatlayana kadar!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.