Ares’in hikâyesi
Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş Arap Baharını göklere çıkarıp “bahara ermek için azıcıcık dış yardım almayı” mubah saydığı, böylece ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’i “Sahib” ve “Kurtarıcı” olarak olumladığı yazısında, “İran bu hafta İngiltere elçisini attı, 1979’daki gibi elçilik bastı. Hem İran hem de Suriye dünyaya karşı cephe almış durumda. Her şeyi göze alıp kan akıtma pahasına rejimlerini koruma sevdasındalar. Ama, ne diyeyim, insanlık onurunun bu karanlık rejimleri yeneceğini ümit ediyorum. Birazcıcık yardım almak kaydıyla...” dedi.
Bu sözler zavallı Ares’in hazin hikâyesini hatırlattı bana. Ve o hariçten “azıcıcık yardım” verenler bir gün çekip gidince/gönderilince kimin hangi acıklı sonu yaşayacağını… Fakat yine de bu arkadaşların Ares’te iç içe geçen sadakat-ihanet kontekstindeki hasbiliği ve samimiyeti asla sergileyemeyeceklerini bildiğimden, onlardan beklenen, Ares’le kendileri arasında bir özdeşlik kurmaya kalkışmamalarıdır. Zira Ares’e haksızlık olur.
***
Askerlik yaptığım Urfa’daki tugay kışlasında “tel nöbeti” adı verilen, ana nizamiyeden büyük caddenin dört yola kadar olan kısmında o dönem nöbet tutan herkesin bildiği ve bizzat içinde yer aldığı bir hikâyedir bu.
Ben hikâyenin sonuna yetiştiğim için Ares’in ancak iç yakan yalnızlığına ve keskin ızdırabına tanık olabildim.
O yaşlı ve bitkin haline rağmen her Allahın günü diğer köpeklerden dayak yiyor, tel nöbetine gidip gelen askerlerin himmetiyle nöbet kulübesine alındığı vakitler o meşum zulümden beri olabiliyordu ancak.
Peki neydi Ares’in mahvına sebep?
Eski askerlerin daha eskilerden duyup aktardığına göre; Ares gençliğinde kışladaki onlarca başıboş köpekten biriyken, bilinmeyen bir nedenden ötürü, bir binbaşının arabasının arkasından hiç ayrılmaz olur. Binbaşı çok geniş kışlada nereye gitse Ares de onun peşindedir. Kısa süre sonra adı askerler arasında “Binbaşının Köpeği”ne çıkar. Binbaşı da bu durumu fark eder, sadakatine hürmeten köpeğe “Ares” ismini takıp askerlerden köpeği beslemelerini, ona iyi davranmalarını emreder. Ondan sonra da Ares’in altın çağı başlar.
Bu arada binbaşının köpeğe neden bu uğursuz adı taktığı da hiç bilinmez. Çünkü Zeus ile Hera’nın oğlu Ares (namı diğer Mars), sadakatten çok bir felaket habercisidir. Yunan mitolojisinde “savaş tanrısı” olarak bilinen, asla olumlu bir çağrışımı bulunmayan, gittiği her yere nefret, yıkım ve facia götüren lanetli bir imge. Homeros’a göre Ares katı yürekli, kinci bir tanrı olup, arkadaşları Deimos (korku), Enyo (felaket), Phobos (dehşet), Eris (kavga) ve ölüm tanrısı Kerler’i yanından hiç ayırmaz. Halkın en sevmediği tanrı Ares’tir. Bu yüzden bütün bir Yunan coğrafyasında Ares adına yapılmış tek bir tapınağa rastlanmaz. İnanışa göre uçanlardan akbaba, kaçanlardan ise köpek Ares'e aittir. Yani kim bilir, belki binbaşının bir bildiği vardı.
Yine eski askerlerden aktarıldığına göre; bundan böyle Ares subay gazinosu önünden bir an olsun ayrılıp akrabalarının ve arkadaşlarının yaşadığı kışlanın ağaçlıklı izbe köşelerine artık gitmez olur. Buna karşın onu ziyarete gelen ev tipi parlak tüylü kız arkadaşlarının sayısı günbegün artmaktadır. Subay gazinosundan sürekli gelen birbirinden lezzetli yiyeceklerle uzun kulaklı, küçük çeneli kibirli ve süslü köpeciklere partiler vermektedir. O bu durumdayken kışlanın diğer köpekleri çöp tenekelerinde rızık aramakta, yiyecek umuduyla subay gazinosuna yaklaştıklarında Ares’in ilgisiz bakışları altında tekme, dipçik ve küfürle kovalanmaktadırlar.
Bu şekilde aylar yıllara ulaşır. Ares için sonun başlangıcı demek olan o talihsiz haber nihayet gelir. Binbaşının Kıbrıs’a tayini çıkmıştır. Ares’in şayet aklı olsaydı aslının sokak köpeği olduğuna hiç aldırmaz ve uzunca bir süredir yaşadığı bu sefahat hayatının sarhoşluğuyla binbaşının kendisini de götüreceğini cümle aleme ilan bile ederdi.
Ares acı gerçeği ancak günler sonra fark eder. Her zaman peşinden gittiği ve o sayede cıvıl cıvıl lojmanları, güzel bahçeleri, düzenli ve disiplinli kademeleri “Binbaşının Köpeği Ares” namıyla gezdiği askeri jipin içinde artık başkaları oturuyordur ve Ares’ten de hiç hoşlanmıyorlardır. Zaten Ares de artık aracın peşine bile takılmaz.
Aslında binbaşının kışladan ayrılırken askerlere Ares’e iyi bakmalarını tembihlediği rivayet edilse de ya bu askerlerin terhis olup gitmeleri ya da yeni gelen komutanların bir sokak köpeğine ayrıcalık yapılmasını yasaklamaları sonucu Ares, eski mekanına dönmek zorunda kalır. Ancak Ares’e orada bir şans verilmesini isteyecek tek bir köpek dahi çıkmayacaktır. Üstelik sadece veteriner marifetiyle kısırlaştırılmış ev köpekleriyle düşüp kalktığı için Ares’in bir ailesi de yoktur. Hemen her gün dayak yiyor, köpek yuvalarının yanına dahi yaklaştırılmıyordur.
Ares de son demlerini yalnızlık ve ızdırap içinde geçireceği yeni bir hayat kurar kendine. Belki de çile yollu bir arınma sürecinden sonra hayata gözlerini yummayı planlamaktadır.
Ares, en mutlu günlerini yaşadığı subay gazinosuna en yakın yer olan, tel nöbeti tutulan mıntıkaları kendine mesken edinir. Üstelik burada daha az saldırıya uğramaktadır.
Ben onu tam da bu evrede tanıdım. Ares gün boyunca doldur-boşalt istasyonuyla nöbetçi kulübeleri arasında miskin miskin dolaşıyor, köpeklerin saldırısına uğradığında ise askerler tarafından sahip çıkılıyordu.
Öyle ki nöbetçi değişimi veya nöbet denetimi yapacak yeni çavuşlara yer tarifi yapılırken “Doldur-boşaltın arkasındaki çayırlık bölgeyi yürü, su kanalını geçer geçmez orada mecnun bakışlı, pejmürde ve perişan Ares’i göreceksin. O seni kulübelere götürür” denirdi.
Ares çavuşun 20-30 metre önünden yürüdüğü için nöbetçi askerler ilk onu görür ve “Ares geliyor!” diye bağırarak diğer kulübelere nöbetin bittiğini duyururlardı. Ama Ares’in nöbeti hiç bitmezdi. Çavuşla birlikte askerler giderken de su kanalına kadar onlara eşlik eder ve yeni nöbet değişimine kadar yine oralarda pinekleyerek, eski mutlu günlerini milyonuncu kez iç geçirerek hatırlayıp, belki de binbaşısının tekrar geleceği günlere dair hayaller kurardı.
Hikâyenin bu kısmından sonra askerlerin Ares konusunda ikiye ayrıldığını da vurgulamak gerek. Bir kısmı Ares’in binbaşının kendisini bırakıp gittiğini fark ettikten sonra hayata küsüp yemeden içmeden kesildiğini ve subay gazinosu önündeki yaşamını kendi iradesiyle terk ettiğini, onu dövmeye gelen çelimsiz köpeklere bile karşılık vermeyerek adeta ölümünü çabuklaştırmak istediğini anlatırlardı.
Diğer kısım ise binbaşı gittikten sonra himayesiz kalan, bu yüzden “mahalleye” zorunlu dönüş yapan Ares’i eski kolonisinin dışladığı ve onu cezalandırmak maksadıyla gördükleri her yerde dövdükleri için zavallı köpeğin bu durumlara düştüğünü söylerlerdi.
Yani bu bir sadakat hikayesi miydi, yoksa ihanet hikayesi mi? Orası bu hikayeyi dinleyenlerin durdukları tarafa bağlı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.