Yalnızlık içimizde
Önce bir anekdot. 90’lı yıllarda İslamabad’da Uluslararası İslam Üniversitesi’nde lisans yapıyorum.
83 yaşında Mısırlı bir kıraat hocamız var. 7 kıraat ilmine derinden vâkıf. Sesi de müthiş cezbedici. Hanımı vefat etmiş, kızı da Mısır’a geri dönmüştü. Yaşına rağmen dinçti, kalıp öğretmeyi tercih etmişti. Artık evinde yalnız yaşamaya başlamıştı.
Sıcakların 40 dereceden aşağıya inmediği tahammülü zor bir yaz günüydü. Evine ziyarete gittim, yalnızlık hissetmesin istiyordum.
İkramda bulunduğu soğuk içecekler eşliğinde sohbeti koyulaştırmıştık. İlim ehliyle hele bir de hayat tecrübesi zenginse sohbetin tadına doyum olmuyor. Bir ara biraz da boşta bulunarak hocaya dedim ki: “Üstadım! Koca evde tek başınasınız, yalnızlık zor olmuyor mu?”
Zira bize gözüken yaşlı bir adam ve evin dört duvarıydı. Bir de odanın bir köşesinde duran masa. Üzerinde de hocanın hat çalıştığı kalemleriyle kağıtları. Hüsn-i hat sahibi olduğu için bu yeteneği körelmesin diye o yaşına rağmen her gün hat temrinatı yapıyordu.
Başını bana doğru ağır ağır kaldırarak gözüme anlam dolu bakışlarını yöneltti. “Evladım” dedi. “Ben yalnız değilim ki. Rabbimle beraberim / Ene ve Rabbi...”
“Ene ve Rabbi...”
Hocayı ilk kez bu kadar ciddi görmüştüm. Hâlbuki o bize kıraat öğretiyordu. Okuduğu her şey âyetti. Ancak bu seferki duruşu, söylediği sözün tarzı, ona eşlik eden ciddiyet ve bakışlarından bana akan anlam katmanı yüksek muhteva, buna mündemiç inanç..
Bu hâl “Ene ve Rabbi” sözünü üzerimde çok etkili kılmıştı. Bunu bütün hücreleriyle hissederek söylediğinden emindim. Okuduğu ve öğrettiği Kur’an’ın ondaki hasılasıydı bu. Bu yüzden olsa gerek üzerimde bıraktığı tesir de büyük olmuştu.
Yalnız kaldığım bazı vakitlerde bu anekdot canlanır zihnimde. Aslında yalnızlık göreceli bir şey diye düşünürüm. Çünkü kalabalıklar içinde çok yalnız olabileceğimiz gibi etrafımızda hiç kimse olmadığı zaman ise yalnız olmayabiliriz. Yalnızlık içimizde çünkü.
İçinde yalnız olanın dışı kalabalık olmuş, ne fark eder ki? İçinde çölü yaşayanın dışı vâha olmuş, bu neyi değiştirir ki?
Dış dünyamızı zenginleştiren de fakirleştiren de iç dünyamızın zenginliği ve fakirliğidir. Kuyu hapsine mahkûm edilmiş bir İmam Serahsi’nin o kuyudan, kuyunun başında toplanan öğrencilerine “Mebsut” gibi o devasa eseri ve diğerlerini imla yoluyla 14 yılda yazdırması, uzun yıllar orada kendini Rabbine adaması, zoraki bir uzletten insanlığa büyük zenginlik üretmesi bugün kalabalıklar arasında yalnızlıktan kıvranan insana ne anlatır acaba?
Merhum Bediüzzaman Said Nursi’nin toplumdan tecrit edildiği, zindanlara atıldığı, yalnızlığa mahkûm edildiği bir vasatta ülkeye çöreklenmiş karanlığa nasıl bir mum yaktığını, içindeki anlam dünyası çoraklaşmış insana izah kolay mıdır?
Her geçen gün insan nüfusu artıyor. 7 milyarı geçti. Yeryüzünü insan kalabalığı işgal ettikçe yalnızlar yığını da artıyor. Varolanı olduğu gibi yansıtmayı kendine görev bilen Batı sinemasının önemli bölümünü ruhsal bunalımların cehennem hayatı yaşattığı insanlara dair olması da gerçeğe tutulmuş bir aynadır.
“Ene ve Rabbi” demeyi bilmeyen insan varlıklar içinde yokluğa, kalabalıklar içinde yalnızlığa mahkûmdur. Yunus Peygamber (as) balığın karnındaki karanlıkta bile O’nu zikrediyordu...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.