Kahvehane kültürü
Kitabeleri kırarak ya da kazıyarak milletin hafızasını yok edeceğine inanan ideolojinin, kahvehaneler hakkında zihnimize yerleştirmek istediği anlayışı da şuydu, kahvehaneler işi gücü tembellik olan uyuşuk halkın zaman öldürdüğü mekânlardır.
Kahvehane köşelerinde vakit öldürerek cahillik, iş bilmezlik, tembellik gibi olumsuz vasıfların karanlığında boğulan halk, devrimlerin sihirli değneği dokunduğunda geçmişiyle bütün bağlarını kopararak mucizevi bir şekilde çalışkan, dürüst, aydın, sağlıklı modern insana dönüşecektir.
Bugünden bakıldığında trajikomik bir dönemin eblehliğinin, milletimize ilim irfan yolunda ne çok mesafeler kaybettirdiğini çok daha net görebiliyoruz. Dar zihniyetli, ufuksuz insanların yıktıklarını henüz onaramadık. En önemlisi kültürümüzün bütün hâlinde kuşattığı anlam dünyamızın rol modelleri birer birer ebediyete göç ettiklerinden onarmaya çalıştıklarımızın bir yanı hep eksik kalıyor.
Aradaki ahengi kurmamızın giderek zorlaştığı mekân insan ilişkisinin bir sebebi de bu olsa gerek. Hasretini çekerek benzerini yapmaya çalıştığımız mekânlar buna örnektir.
Meselâ şehirlerimizde hızla yaygınlaşan “Cafe”lerin durumu sanki kahvehanelerin genleriyle oynanmış hâli gibi görünüyor.
Cem Sökmen’in “aydınların iletişim ortamı” üst başlığıyla Ötüken yayınlarından çıkan “Eski İstanbul Kahvehaneleri” kitabı, halk mektebi özelliğini taşıyan İstanbul kıraathaneleri üzerine kaynaklara dayanarak yazılmış ciddi bir araştırma.
Sökmen temel bilgi olarak, kahve, kahvehane ve kıraathanelerin bizdeki geçmişine yer verdiği kitabında özellikle yakın tarihimizde düşünce ve sanat mahfilleri özelliğindeki kahvehanelerle kıraathanelerin tarihini, konumunu, misyonunu ve müdavimlerini anlatıyor.
Müellif, aydın kahvehanelerini ele aldığı ikinci bölümde , “İstanbul’da aydın kahvehaneleri haline dönüşen kahvehaneler 1860’lardan l970’lerin sonuna kadar yaşayabilmiş ve başta edebi-fikri tartışmalar ve sohbetler olmak üzere pek çok derginin, gazetenin yayınlanma fikrine, pek çok usta-çırak ilişkisine ve sayısız hikâye, şiir ve makalenin yazılışına tanıklık etmiştir” değerlendirmesini yapıyor.
Usta çırak ilişkisi insana aynı zamanda kuşaklar arası bağın devamlılığını düşündürüyor. Günümüzde buna benzer ortamlarda artık kuşaklar arası ilişkiler eskisi kadar canlılığını devam ettiremiyor. Hızlı kültürel değişim önce nesillerin iletişim dilini değiştiriyor.
Sökmen, kitabın arka kapağına Peyami Safa, Sait Faik ve Gerard George Lemaire’den aldığı özlü alıntılarla kahvehane kültürü etrafında insanlığın ortak değerlerine ve sezişlerine vurgu yapıyor. Peyami Safa, kahvehanelerin bizim kültürümüzde ne anlama geldiğini usta üslûbu ve tefekkür gücüyle ifade ediyor, “Gerçekten o devirde kahve akademinin, meslek cemiyetinin, kulübünün, salonun, fikir ve sanat meclisinin bütün vazifelerini küçük tahta masaların etrafında elinden geldiği kadar yapıyordu.
O zaman anladım ki, biz bir kahve milletiyiz. Köyde kahve, mahallede kahve, mektebin önünde, cezvesinde bütün milli ve dini şuuru pişiren, ibriğinde kolektif vicdanı demlendiren, tezgahın dibinde halkı ve münevveri birbirine kenetleyen, iptidai olduğu için basit, fakat ananesi olduğu için derin ve canlı, tek ve tam bir cemiyet mihrakıdır”.
Üniversite öğrenciliğimiz sırasında uğrak yerimiz fakülteye yakın oldukları için Marmara Kıraathanesi ve Beyazıt’taki Çınaraltıydı. Marmara, entelektüel canlılığını kaybetmiş, meşhur müdavimleri başka mekânlara kaymışlardı. O yıllarda gündemi ilk sırada meşgul eden konu anarşi ve ideolojik kamplaşmalardı. Bu yüzden konuşmaların içeriğini genellikle ideoloji belirlerdi. Ancak özel merakı olanlar sözü müzik, edebiyat, felsefe gibi sanat ve düşünceye kaydırırlardı. Şimdilerde kahveler, insanların birbirinin konuştuğunu duyamayacak kadar gürültülü olsalar da yine de insanları bir araya toplayan iletişim mekânları özelliğini koruyor. İnşallah bir gün, tekrar bilim ve sanatın yeşerdiği günlere döner.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.