Hoca neyle suçlanıyor?
Gündem hayli yoğun.
Dışarıda Fransa’nın “soykırım” kozunu sahaya sürmesi, içeride ana muhalefetin “militan” çıkışı karşısında internete düşen ses kayıtları ile yeni operasyonlar…
Hıristiyan Batı’nın sözde “Ermeni soykırımı” iddialarıyla neyin peşinde olduğunu anlatmaya gerek yok.
Burada önemli olan, Türkiye’nin bu konuda tek vücut olup olamayacağında.
Sayın Başbakan’ın şu sözleri, tek vücut duruşun ne olması gerektiğini çok güzel özetliyor:
“Hiçbir tarihçi, hiçbir siyasetçi, bizim tarihimizde soykırım göremez.
Soykırım görmek isteyenler, dönsünler ve kendi kirli, kanlı tarihlerine baksınlar.”
Muhalefet partileri siyasi hesap içine girmeden; aydınlarımız, yazarlarımız komplekse kapılmadan bu duruşa sarılmalı.
MİLİTAN ŞUTU KENDİ KALESİNE GOL OLDU
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “militan” şutu, kendi kalesine gol oldu.
Ses kayıtları, Kılıçdaroğlu’nun militanları karıştırdığını ortaya koydu.
Yargıda “militan peşinde olanlar” meğer kendi adamlarıymış.
Kayıtlarda CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan “Bize hakim değil, militan lazım” derken,
Yargıtay üyesi olan eşi Umur Tarhan da “Bize tasfiyeci değil, yok edeci ekip lazım” diyor.
11 bin hakim ve savcının seçtiği HSYK üyelerine “militan” diyen Kılıçdaroğlu’nun, bu ses kayıtları karşısında yüzü kızaracak mı acaba?
HEDEF AİLE HAYATI
Ve reyting operasyonu.
İstanbul başta olmak üzere Ankara’da 25 adrese yapılan baskınlarda “reyting şikesi”ne karıştıkları ve denek adreslerini yapım firmalarına çıkar karşılığı verdikleri gerekçesiyle çok sayıda kişi gözaltına alındı.
Yıllardır kanayan reyting yarasına ilk neşter nihayet atılmış oldu.
Bu kadarı bile müstehcenliğin topluma AGB tarafından nasıl dayatıldığını ortaya koydu.
Usulsüz reyting ölçümleri reklam gelirlerinin adaletsiz dağıtılmasının yanı sıra pastadan ciddi pay alan kanalların "vatandaş böyle istiyor" adı altında müstehcen yayınları her geçen gün artırmalarına neden oluyordu.
Hedefinde aile hayatı olan “bu yapı”ya yönelik operasyonlar derinleştirilmeli.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’i bu konudaki çabasından ötürü kutluyorum.
İşin peşini bırakmamalı.
Yılmadan sürdürmeli mücadelesini.
Habervaktim olarak yanındayız.
HOCA NEYLE SUÇLANIYOR?
Gündemdeki bir diğer konu da, İsmailağa Cemaati’nden Cübbeli Ahmet Hoca’nın tutuklanması olayı.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum:
Suç kesinleşmediği sürece Hoca, hükümlü sıfatıyla değerlendirilemez.
Ayrıca zinanın serbest bırakıldığı ülkemizde Hoca’nın neyle suçlandığını, niçin tutuklandığını da tam olarak anlamış değilim.
“Fuhuş” falan diyorlar, ülkemizde bu suçmuş gibi!
Hoca’nın bu işlere bulaştığına ihtimal vermiyorum.
Yaptığı açıklamayı son derece önemsiyorum.
Çok net ifadeler kullanıyor açıklamasında, büyük yeminler ediyor.
Ama şurası kesin gibi görünüyor:
Bu tutuklama nezdinde, üzerinde uluslararası oyunlar oynanan İsmailağa Cemaati büyük bir
yara aldı.
Cemaatin önde gelen isimleri Hızır Ali Muradoğlu ile Bayram Ali Öztürk Hoca'nın cinayetlerinin perde arkası bir türlü aralanmazken, Fatih'in Çarşamba semtinde bulunan cemaatin adı, sürekli provokatif eylemlere karıştırılmaya çalışılıyordu.
Bu da onlardan biri mi acaba?
Malum cemaatin merkezi Çarşamba semti, jeopolitik konumuyla dikkat çekiyor.
Fener Rum Patrikhanesi ile cemaat komşu konumunda.
Ekümenlik almaya çalışan Patrikhane'nin, cemaat mensuplarının Çarşamba'da bulunmasından rahatsız olduğu biliniyor.
AB'nin azınlıklarla ilgili dayatmaları, Ekümeniklik tartışmaları, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılma görüşmeleri, Batılı ülkelerden ülkemize gelen her üst düzey yöneticinin ikinci ziyaret adresinin Fener Rum Patrikhanesi olması da, bu rahatsızlık derecesine işaret ediyor.
Aslında Akit’ten Ali Karahasanoğlu ağabey “Cübbeli’nin suçu evinin perdesinin kadife olması mı?” başlıklı yazısıyla olayı öyle güzel değerlendirdi ki, bize çok da söz bırakmadı.
Okumayanlara şiddetle tavsiye ediyorum, bu yazıyı.
CUMHURBAŞKANI “GÜL” OLUNCA, BAKAN “ARINÇ” OLUNCA
Bu arada, şikecileri kurtaran yasayla ilgili “çark”ları çabucak unuttuk.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın vetosunun ardında durmamasının üzerinde durmadık…
Cumhurbaşkanımız Gül olunca “vardır bir bildiği” deyip, geçtik.
Hiç sormadık, “Peki o zaman neden veto ettin?” diye.
“Bir daha TBMM’ye getirmeye cesaret edemezler” diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şikecileri kurtaran yasa aynen 2. kez Meclis’ten geçirilince bu sözünde geri adım atışını da hiç irdelemedik.
Hatta “takdir ettik”, “özür dilemesini biliyor” diye.