''CHP'ye ne faydası var?''
önce Onur öymen'in başörtüsüyle Nazi gömleğini benzeştirmesi, ardından önder Sav'ın Hacc'la ilgili ipe sapa gelmez konuşması.. Şimdi de Algan Hacaloğlu gamalı haç'la başörtüsü arasında irtibat kuran laflar etmiş..
Bütün bunlar tesadüf mü?
Bakın, öymen CHP Genel Başkan Yardımcısı, Sav Genel Sekreter, Hacaloğlu ise Genel Sekreter Yardımcısı.. Yani her üç isim de 'buselik makamı'nda değil, kurumsal olarak CHP'yi temsil makamındalar. Hepsi de okumuş yazmış, mürekkep yalamış insanlar.
Onur öymen uzun yıllar diplomatlık yaptı.. ölee gaf yapacak biri hiiççç değil.. önder Sav Barolar Birliği başkanlığı yapmış bir hukukçu.. Algan Hacaloğlu dersen eski bir bürokrat..
Tabir yerindeyse hepsi de deve dişi gibi adamlar.. Bu nedenle açıklamaların birbirinden bağımsız olarak vuku bulmadığı kuşkusu doğuyor.
üstelik bu açıklamaların AK Parti hakkındaki kapatma davasının sürdüğü atmosferde gerçekleşiyor olması bu kuşkuları daha da artırıyor..
Anlaşılıyor ki, CHP stratejik olarak gerginleştirici, kamplaştırıcı bir siyaset izliyor.
Laikliğin bazı kesimler nezdinde “makul” olanın ötesinde bir anlam ifade ettiği sır değil.
Dini değerlerin önplanda olduğu yaşam tarzı ile laikliği hiçbir biçimde buluşturmayan bir çizgi bu.
Sokakta dahi dinle ilgili hiçbir şey görmeye tahammül edemeyen bir zihniyetten söz ediyoruz. Bunun en somut örneği, Stalin Rusyası'ndaki “Allahsızlaştırma” politikalarıyla görülmüştü.
Ne oldu? O Rusya şimdi Ortodoks Hıristiyanlığa merkez olma yolunda ilerliyor.
Eski ateist-komünist Putin, hem devlet konutunda hem tatillerde kullandığı özel konutunda mini-kilise yaptıracak kadar inançlı bir Ortodoks olduğunu göstermekten kaçınmıyor.
Bu eskimiş, tutmamış Stalinist modeli Türkiye'ye uyarlamak isteyenler var. Ellerinden gelseler “Allah” lafzını yasaklayıp, “selamün aleyküm” diyenleri hapse kapatacaklar.. “Başörtüsü ve mescit avı”na çıkanlar bu kez, “Selamün aleyküm derken görüntülendi” şeklinde manşetler atacaklar.. Şöyle bir basın taraması yapın, söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz.
Ama bazıları da vardır ki gerçek düşüncelerini gizlemeyi tercih ederler.
Acaba CHP yöneticileri bu türden açıklamalarla böyle gizli ajandaları olanları cesaretlendirip ortaya çıkartmak suretiyle gerginliğin kamplaşmaya dönüşmesini hızlandırmak mı istiyorlar? ülkede bir laik-antilaik çatışması olduğu görünümü vererek siyasetin ve demokrasinin doğasında olan farklılıkları bir “rejim sorunu” gibi sunmanın başka bir açıklaması olabilir mi?
Yoksa ana muhalefet partisinin üst düzey yönetimini temsil eden kişiler niye böyle açıklamalar yapsınlar ki?
Sıradan bakış açısından sıyrılıp, olan-bitene bilgece bakmamızı sağlayacak olan temel soru şu:
“Bu açıklamaların CHP'ye ne faydası var?”
Zararlı olduğunu düşünüyorsanız, CHP yöneticilerini saflıkla, savlıkla itham edebilirsiniz.. Ama bu çoookk sıradan bir bakış olmaz mı sevgili okurlar? Demek ki “Ne faydası var?” sorusunu sıkça sormalıyız..
Bu soru üzerinde ne kadar çok çalışırsak, filozof olma yolunda o kadar çabuk ilerleriz.
Hadi bakiiim iş başına! çalışın.
Taş atayım da kollarım açılsın..
Dokkuz Numerolu” Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Menderes ve Demokrat Parti'ye laf çakarak “Anayasa Mahkemesi olsaydı 27 Mayıs olmazdı” demişti de ben “Baba” nasihatına uyarak taş atayım daa kollarım açılsııın kabilinden “12 Mart ve 12 Eylül olduğunda hem Anayasa Mahkemesi vardı hem de Demirel-ne tesadüf-her ikisinde de başbakandı” diye yazmıştım. Demirel'in altı kez gelip yedi kez gittiği Başbakanlık dönemlerinde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'dan en fazla şikayet eden pületikacı olduğunu da bir güzel hatırlatmıştım. “Hafıza-yı beşer nisyan ile malüldür” mevzusu işte. Demirel 1987'de Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir röportajında “Başörtüsünün laiklikle bir alakası yok. Kıyafet o. Kıyafete bakarak kafanın içini çıkarmak... Bunlar çok uzun şeyler. Bunları hakimler filan suç saymaz. Kimse suç saymaz” demişti, onu da hatırlatayım. Aman Allahım! Neler neler! Bakın Yunus Emre'miz ne söylemiş: Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sıygaya çeker bir Molla Kasım gelir”
Benimkisi sigaya çekmek değil, hatırlatmak. Ancaaakk Süleyman Bey'in hoşuna gitmiyor. öyle ya, şimdi başka bir telden çalıyor. Demirel, “Benim muhatabım ne siyasi iktidar ne de 'dinci basın' olarak adlandırılan medya kuruluşlarıdır” demiş ve eklemiş:
“Ben onların çoğunu görmem, beyhude sayarım. Bana haksızlık yapanlara gülüp geçerim. Beni taşlayanlara sadece 'taş at kolların açılsın' derim”
Ben de ölee yaptım. İlhan Selçukgiller'in bir zamanlarki “gediklü gerici”si Demirel de “dinci basın” tekerlemesine pupa yelken açmış. Pekala! Canı sağolsun. Ne de olsa “Nur'lu Ufukların Süleyman Demirel'i”nin hatırası var, hoş gördüm gitti.
Sade suya tirit deyimler..
Bazı deyimler var ki sade suya tirit. Bu türden deyimlerin zahiri ve batini anlamları var. Mesela biri çıkıp “dinci basın” diyorsa ben ondan 'sihirbazlık yoluyla kaçış sanatı' anlamına gelen “eskapoloji”yi anlıyorum. Bizde eskapolojiyi en iyi kullanan pületikacı Demirel'dir. Hele o “verdimse verdim” İlksan'ı yok muydu, işin içinden tereyağından kıl çekercesine çıktığı dillere destan yani. Ya Kırıkkale'de cephane fabrikası patladığında “niye önceden önlem alınmadı” sorusuna “kimin aklına gelir patlayacağı” demesini kim unutabilir? Yazar taifesinden Ertuğrul özkök'ü de anmadan geçmeyelim. O da çok iyi eskapolog. Her neyse mevzuya limon sıkmayalım.
Zahiri anlamlarıyla çelişen bazı deyimlerden birkaç örnek size..
“Sosyal demokratlar” denildiğinde “sosyal bürokratlar”ı..
“Birinci Cumhuriyetçiler” denildiğinde Atatürk Cumhuriyeti'ni değil “demokrasi karşıtlığı”nı..
“Rejim düşmanı” denildiğinde, devlet memelerine yapışmış sermaye güçlerinin “iktisadi rejim”ine çomak sokmayı..
“Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” denildiğinde de “siyasi partiler demokrasimizin en kolay vazgeçilir unsurlarıdır” diye anlıyorum.