Niye karargah savunması?
Size de tuhaf geliyor mu bilmiyorum. Ama sanki ne zaman tansiyon biraz düşse, bir el ortalığı öylesine birbirine katıyor ki, siyasi krizin çözümü yolundaki umutlar giderek azalıyor.
Ortada garip bir manzara var.
Bir kere neresinden bakarsanız bakın AK Parti’ye açılan kapatma davası Türkiye’nin zaten kırılgan olan dengelerini alt-üst etti. Anayasa Mahkemesi’nin türban konusunda seçeneklerden en sert olanını işaretlemesi, krizi daha da derinleştirdi.
Böyle bir ortamda, kritik sorumluluklara sahip kişilerin biraraya gelmeleri, görüşme yapmaları, hangi başlık altında sunulursa sunulsun normal karşılanamaz.
Hele kimi meslektaşlarımızın, anlaşılmaz bir tavırla meseleyi ‘karargah savunması’na dönüştürmesi asla kabul edilemez.
İlker Başbuğ-Osman Paksüt görüşmesini ‘Bu görüşmenin muhtevası görüşülen davalarla ilgili olamaz. Ama dinleme yapıldığını kanıtlar’ mantığıyla ele almak, sorunun taraflarını daha da keskinleştirmekten başka bir sonuç üretmez.
Kendisini karargah savunmasına adayan meslektaşlarımız gayet iyi biliyor ki, Başbakan Erdoğan, meselenin bu noktaya gelmesi için gayret içinde değil. Daha açık söyleyelim. Ne Erdoğan’ın, ne hükümetin, ne de herhangi bir kademesiyle AK Parti’nin komuta kademesindeki değişiklikleri etkilemek için bir hesabı yok. Bildiğim ve anladığım kadarıyla hiç olmadı. Bundan sonra olma ihtimali de bana göre hiç yok.
Galiba ipleri olabildiğince germe gayretinde olanlar, Erdoğan’ın duruşundan ve izlediği stratejiden rahatsız. Herkesin bu çatışmada tarafını seçmesini ve keskinleşmesini arzu ediyor.
Bir komutanın, hele birkaç ay sonra en tepede olacak bir ismin, böyle bir ortamda üst düzey bir yargı mensubuyla görüşmesi vahimdir. Yapılan hiçbir açıklama bunu gideremez.
Bu görüşmenin ortaya çıkma ve yansıtılma biçimi de aynı ölçüde tuhaftır. Birinin varlığı ötekini haklı çıkarmaz.
Osman Paksüt için artık söylenecek söz kalmadı. çünkü o kadar çok konuşuyor, öylesine çelişkili sözler söylüyor ki, çözebilmek çok zor.
Atılan her adımda ‘yargıyı rahat bırakalım’ çağrısında bulunan meslektaşlarımız, bizi her satırımızla ‘hükümet medyası’ diye yaftalayanlar; bu olayda düştükleri durumu iyi görmeli.
Ben yasadışı dinleme yapılmasını, bunun üzerine ortalığa fotoğraflar, dosyalar saçılmasını doğru bulmuyorum.
Peki, muhtevasını bilmediği (öyle kabul etmek zorundayız, aksi takdirde durum daha da facia olur) bir görüşmeyle ilgili ‘O görüşme davalarla ilgili olamaz’ diye savunmak zorunda kalan meslektaşlarımız, niye bunu yapmak zorunda olduklarını açıklayabilir mi?
Domates krizi!
Ankara’nın siyasi havası öylesine ağırlaştı ki, bazı gelişmelerin perde arkasına bakmak şöyle dursun, üzerinde tek satır söyleme fırsatı bile olmuyor.
Rusya ile Türkiye arasında yaşanan yaş meyve-sebze krizi gibi. Ya da kamuoyuna yansıdığı biçimiyle ‘domates krizi’.
Basit olarak algıladığımız şu. Rusya’ya ihrac ettiğimiz domatesler zehirli çıktığı için geri gönderildi. Oysa iç piyasada bunları hiçbir denetim olmaksızın satıyorlar. Biz de alıp afiyetle yiyoruz.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, 24 Televizyonu Ankara Temsilcisi Taşkın Koç’un programına konuk oluncaya kadar benim de zihnimdeki algı, aşağı yukarı böyleydi. Ancak hem programda dinlerken, hem de sonrasında yaptığımız sohbette gördüm ki ortada ciddi bir haksızlık var. Domates krizi hiç te medyaya yansıdığı gibi değil.
Uzatmadan özetleyeyim. Rusya Federasyonu’na son iki yıldır 31 bin 517 parti mal gönderilmiş. Gönderilen her parti için aynı zamanda bir sertifika hazrlanıyor. Bu sertifikalar gönderilen ürünlerin standartlara uygunluğunu ifade ediyor.
Şu ana kadar Rusya’dan sadece 139 parti için başvuru gelmiş. Yani gönderilen partilerin binde 4’ü.
Kaldı ki bakanlık, gönderilen her ürünle ilgili elindeki ‘şahit numune’ denilen örnekleri uzun süre sakladığı için, Rus tarafına ‘Sizin belirlediğiniz limitleri aşan bir ürünü size yollamıyoruz’ diye cevap yazmış. Kısacası, ortada ne öyle Türkiye’ye iade edilen ‘zehirli’ domates var; ne de medyaya yansıdığı gibi Rusya ile yaşanan bir kriz.
Bakan Mehdi Eker’in şu uyarısını da aktaralım.’Bu konularda hepimiz ne söylediğimize, neler yazdığımıza daha fazla titizlik göstermeliyiz. Sonuçta asılsız ve yanlış haberlerden dolayı yara alan Türkiye ve Türk üreticisi oluyor.’
Türklük ve Aytmatov
Cengiz Aytmatov’u, ‘Klasik Rus edebiyatının devamı ve temsilcisi’ olarak beğendiğimi söylemem, her nedense tuhaf tepkiler aldı.
Bu değerlendirme Aytmatov’un değerini azaltmaz. Böyle bir işe kalkışmak zaten benim haddim değil.
‘Cengiz Aytmatov’un Türklüğünü inkar etme’ suçlamasına gelince işte bu fazlasıyla haksızlık.
Bana bu suçlamayı yöneltenlere Yağmur Atsız üstadın ‘Bozkırda bir eşkin at ‘çingiz Aytmatof öldü!’ başlıkla yazısını tavsiye ediyorum.