Laik bir dünya görüşü, İslâm'ın terimlerini kullanabilir mi?
Pazar günleri, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Mehlika Şamlı İskenderun’dan yazıyor: ‘Terörist’in cenaze namazı kılınmaz’ diye bir görüş atıldı, ortaya..
Biz, ailemizden bir oğlumuzu askerde kurban verdik.. Yani, bizzat da canımız yandı. Ama, terörün, bazen cinayet eylemi, bazen özgürlük mücadelesi olarak nitelendiği bir dünyada, resmî düşmanlıkların cenazeler üzerinden bile sürdürülmesi doğru mu?’
*Dinin siyasete âlet edilmesinin daniskası budur işte.. Rejim İslam’ı kendi emeline göre hizmet ettirmek için, istediği gibi konuşturuyor birilerini ve kimsenin kendisine rakib olmasını istemiyor. Halbuki, Hz. Ali’nin, yani, meşrû Halife’nin Hükûmeti’ne karşı savaşan, ‘âsî, bagî ve muharib’ durumuna düşen Haricîlerle yapılan Nehrevan Cengi’nde onlardan binlercesi öldürüldü. Ve onların cenazeleri, ‘Onlar bize kafir diyen müminlerdi’ diyen Hz. Ali’nin emriyle İslam’a göre defnedildi..
- Y.Y.C. yazıyor: ‘Şehid’ler için ‘ölüler demeyiniz..’ ilahî emrine rağmen ‘öldürüldü.’ demek yanlış değil midir?
*Dünya hayatından ayrılan bir kimseye, (öldü) demekle (öldürüldü) demek arasındaki farkı farketmek gerek.. Ama, (öldü) denilmesi, tabiî bir durumu yansıtır. ’öldürüldü’de, ‘niçin, kim tarafından, nerede, ne zaman, nasıl?’ gibi sualler sökün eder.. Bu da o öldürülmenin sebebinin ve, hadisenin mesajının alınmasına vesile olur.. Her savaşta ölen, şehîd olmaz.. Meselâ, (Hz. Huseyn, Kerbela’da öldü..) demek yanlış olur.. Ama, (öldürüldü..) dersek; ’niçin?’ini anlamaya çalışırız.. O (niçin?) anlaşıldığında da, herkes tavrını belirler.. Şehidlik de ondan sonra sözkonusu olabilir. Hangi mücadelede şehidlik vardır? Her güç odağı, kendi savunma elemanlarını ‘şehid’ diye niteler. Ancak, müslüman, öldürmeyi ve de öldürülmeyi, hangi şartlarda göze alacak bir mücadele içinde olabilir? (’Şehîd’lerin cismen dünyadan koptukları, mânen rızklandırıldıkları) tefsirine ağırlık verildiğini de unutmayalım.. Yoksa, ’şehidlik’ denilen mekanlarda, yüzlerce yıldan beri sağlam nâşlardan geçilememesi, ya da ’hiç kimse şehîd değildi’ denilmesi gibi bir noktaya da düşülmesi gerekebilirdi..
-Sinan Aslan (Thanks, BBB /Teşekkürler Büyük Birader Bush) başlıklı yazım üzerine (haksoz.net)’te yazıyor: ‘Nedense, Kürt meselesi ile ilgili yazılarınızın son cümlesi ’İslam kardeşliği-İslamî çözüm’ gibi iyiniyet temennileri ile bitmekte.. Bunları son cümleye sıkıştırarak bu kavramların gerçek hayatta neye karşılık geldiği ya da İslam kardeşliğinin nasıl birşey olduğunu açıklamak zahmetinden de kurtulmuş mu oluyorsunuz?. ’İslam kardeşliği’, kendi kaderini tayin hakkı, halkların özgür birlikteliği ya da ne bileyim özerklik-federatif yönetim-eyalet sistemi gibi biz kulların anladığı şeylerden farklı bir şey olmalı..
Kürt halkının ezilmişliğini ve haklarını dile getirmeyi yani İslamî duyarlılığa sahip olmayı neden kürtçülükle itham ediyorsunuz? özgür oldukları bir karış toprağı ve hiç bir ulus üzerinde hakimiyet kurma-üstünlüğünü iddia etme gayreti yokken kürtler nasıl kavmiyetçi oluyorlar? Kürtlerin özgürleşmesi sizin kavmiyetçi duygularınızı harekete geçiriyor olmasın?’
*Ben o yazının başında ‘evleviyet / öncelik’ konusunu işte sizin gibiler için hatırlattım.. Benim için inancımdan kaynaklanan kardeşlik herşeyden önce gelir. Siz kavmiyetçi eğilimleri öne çıkarıyorsanız, bu sizin bileceğiniz iştir. O dediğiniz çözüm önerileri de, ancak o ’evleviyet’ler çerçevesi içinde, yerli yerine oturabilir.. Ama, siz kavmiyetçi ’öncelik’lere göre bir İslamî düzenleme istiyorsunuz, anlaşılan.. Ben ise, İslam kardeşliğini evleviyet / öncelik şartı olarak esas alan bir düzenlemeyi öneriyorum.. Bütün halklar gibi kürd halkının da, tabiî hukukdan gelen haklarının kabul edilmesini hep savunuyorum.. Bu açıdan, kürd halkının haklarını savunanları kürdçü olarak nitelediğim isnadınız doğruyu yansıtmıyor. çünkü, bir müslüman olarak sadece kendi kavminin hak ve menfaatlerini savunanları ’kavmiyetçi’ diye niteliyorum.
-Hüseyin Altın (aynı internet sitesinde) yazıyor: ’Sinan Aslan kardeş, kürt, türk veya hangi kavimden olursa olsun içinde, benliğinde ırkçı/ kavmiyetçi bir his olmayan ve İslam’la yaşamayı özümsemiş her müslüman, ’İslam kardeşliği’nin neyi anlattığını gayet iyi bilir. Bunu, sona sıkıştırmak ve geçiştirmek olarak ifade etmeniz yersiz.. Sizin yaptığınız ithamın tersini de, içinde türkçülük olan müslümanlar zaman zaman yapıyorlar, yazara ’kürtçü’ yakıştırmasını yapıyorlar; yani işi zor..’
*Evet, ben anadili türkçe olan, ama, hiç bir kavmi diğerinden üstün veya alçak görmeyen, hak ve özgürlükleri kavim, ırk veya renklere göre değişken değil, bütün insanlar için tanıyan bir inanca bağlıyım.. Birileri suçluyor diye, inancımı değiştirecek de değilim..
-Sabahaddin Pastacı yazıyor: ’Niye bazı insanlar hem müslüman olduklarını söylerler, hem de müslümanlığa lâyık değildirler? Niye bunun şuûrunda değildirler?’
*Siz ideal olanı söylüyorsunuz.. Ancaaak, İslam günahsız insanlar için değil, insanları hata ve günahlardan arındırmak için vardır. O hatalı insanların, bir de İslam terbiyesinden nasibleri olmasa, kimbilir nasıl olurlardı.. Demek ki, iman onları kötülüklerden o kadar frenleyebilmiş..
-Selim ârifoğlu Konya’dan yazıyor: ’Nicelerimizin İslam açısından hurafeye varan bir çok saplantıları var.. Bazı kişi veya yerleri kutsamak gibi.. Şeb-i Arûs törenleri sırasında, Celâleddin-i Rûmî ve türbesi o kadar kutsandı ki, şaşırmamak elde değildi..’
*Celaleddin, 800 yıldır etkisini sürdüren bir ince duygu, irfan ve tefekkür adamı.. Mesnevî ve diğer eserlerinde her tip insana hitab etmiştir.. Ama, onu âdetâ İslam’ın bir öncüsü veya İslam üstü bir şahsiyet gibi yorumlamaya kalkışmak veya onun, ’Men bende-i Qur’anem’ (Ben Kur’an’ın bendesiyim, kölesi/ hizmetçisiyim) mısraına bakarak, her sözünün İslam ve Kur’an’a uygun olduğunu zannetmek ya da bazı sözlerinden dolayı İslam dışında saymak gibi ifrat ve tefrit durumları, nicelerimizi hurafelere sürükleyebiliyor ve o da, her toplumda vardır.
-Mehmet Guli Aslan, Şanlıurfa yazıyor: ‘Her tarafta ’kale’ denilen yerler düşüyor; ama düştüğü söylenenler, ’karton kale’ler değil mi?
*Bu, çok engelli bir mücadeledir, ama, ’karton kale’ nitelemesi de doğru olmasa gerek..
-Akıncı Zi’bullah yazıyor: Piyanist Fâzıl Say 23 Mart 2007 tarihli Sabah’daki röportajında, ’Başbakan’ı da, eşini de tanıyorum. Gayet mâkul insanlar..’ diyordu.. Şimdi ise,’Bizim Türkiye rüyalarımız öldü. Bütün bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar kazandı, biz yüzde 30, onlar ise yüzde 70.. Başka yere taşınmayı düşünüyorum.’ diyordu.. Bu tutarsızlık değil mi?’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.