Hem hükümet, hem iktidar, hem muktedir...
On yıl önce AKP hükümeti kurunca büyük beklenti içine giren “Müslüman kesim”, zaman içinde birer birer hayal kırıklığına uğradı. Cumhuriyet kuruldu kurulalı gasbedilen haklarını hâlâ alamamışlardı çünkü. Ama AKP’nin, kendisini iktidara taşıyanların toplumsal talebine mazeret olarak ileri sürdüğü bir söz vardı: “Hükümet olduk ama iktidar olamadık!” Bu söz, bütün beklentilerin boşa çıkmasının meşru mazereti sayıldı. Bir müddet sonra, hak beklentisi içinde olup da hayal kırıklığına uğrayanlar bile, “ne yapalım, adamlar hükümet oldu ama iktidar olamadı, ipler başkalarının elinde” diye avunmaya, “hayal kırıklıklarına mazeret üretme”ye başladılar.
Aslında bu “Hükümet olduk ama iktidar olamadık” sözü büyük ölçüde gerçeği ifade ediyordu. Hakikaten AKP halkın oylarıyla hükümeti kurmuş olsa da, gerçek iktidarın ipleri başkalarının elindeydi. Ülkeye asıl hakim olanlar, başta Kemalist bürokrasi olmak üzere derin yapılar ve ordu idi.
Tabiî bu gerçeklik muhalif unsurların diline dolanmıştı. AKP’nin hükümet olduğu, ancak iktidar olamadığı her fırsatta dile getiriliyor, dalga geçiliyor, alay ediliyordu. Acizlikle, acemilikle, hükümet etmeyi bilmemekle, iş bilmezlikle, problemlerin içinde bocalayıp durmakla, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıları bertaraf edecek ve sorunları çözecek dirayeti gösterememekle, yönetememekle, proje üretememekle, iktidar olamamakla, sorunlara çare bulamamakla, iç politikada başarısızlıkla, dış politikada basiretsizlikle suçlanıyordu.
Zamanla ne plânlar gördük, ne plânlar... Balyoz, Yakamoz, Ayışığı, Sarıkız... Yetmedi, suikast plânları. Yetmedi, yargı müdahaleleri. Basından hücumlar, iş dünyasından tehditler, Ordu’dan andıçlar, sivil unsurlardan ve hatta bilim kuruluşlarından darbe çığırtkanlıkları... Gerçekten de AKP hükümet idi, ancak iktidar değildi. İşi de bir hayli zordu.
Ama Tayyip bey işini biliyordu... Zamanı kolluyor, dengeleri gözetiyor, hedefine adım adım, milim milim ilerlerken, iktidar olmanın yollarını döşüyor, dayanacağı temelleri sağlamca örüyordu. Kendisine diş geçirmek isteyenlere diş geçireceği zaman gelecekti. On yılını da alsa... Yeri geldi sustu, yeri geldi yuttu, yutkundu; ama “dik duruş”tan asla taviz vermedi. Ve nihayet kazandı!
Son MİT-Yargı kapışmasında görüldü ki, AKP hem ulusal ve uluslararası derin unsurlara, hem de “cemaat” ve benzeri yapılanmalara karşı varlık gösterebilecek, tuttuğunu koparacak bir güce ulaşmış. Baksanıza, dokunulmaz bilinenlere dokunabiliyor, aşılmaz zannedilenleri aşabiliyor, karşı durulamaz zannedilenlere karşı çıkabiliyor, tabuları yıkabiliyor, “kutsallar”ı sarsabiliyor, ulusal ve uluslararası platformlarda yeni stratejiler geliştirip yeni söylemler tutturabiliyor. Yani artık AKP hem hükümet, hem iktidar, hem de dilediğini yapmaya muktedir... Demek ki, artık acziyet geride kaldı.
Öyle ya, darbe plânlayanlar tek tek içeri alındı. Darbeci zihniyete sahip subaylar ordudan tasfiye edildi. Mahkemelere çekidüzen verildi. Yüksek yargı bile hizaya getirildi. HSYK ile Yargı, Anayasa Mahkemesi’ndeki yeni düzenlemeyle Anayasa yargısı düzene sokuldu. Basın kontrol altına alındı. İş dünyası ekonomik sürece dahil edildi. Ordu tamam, Emniyet zaten hükümetin elinde. Valileri hükümet atadı, belediyelerin çoğu iktidar partisinin. YÖK üyelerini, rektörleri, okul müdürlerini AKP atadı. Bürokrasi AKP’nin istediği kadrolarla donatıldı. Artık Cumhurbaşkanlığıyla uyum içinde, bürokrasiye hakim, orduya sözü geçiyor. YÖK elinde, üniversitelerde istediği yöneticiler var, TÜBİTAK gibi bilim kuruluşları bile hükümetin kontrolünde. Emniyet güçleri emrinde. Ülke tarihinde belki de ilk defa -olması gerektiği gibi- MİT, Başbakan’ın emrine girdi. Başbakan’a rağmen bir medya yok. İş dünyasına hakim. Çalışma hayatında dilediğini yapabiliyor. Sağlıkta, eğitimde, hukukta, sosyal hayatta dilediği zaman dilediği düzenlemeye gidebiliyor. Muhalefet bile gelinen toplumsal konjonktürde yetersiz kaldı.
Yani, toplumsal talepleri karşılama konusunda artık hükümetin mazereti kalmadı. Artık Ordu’ya da sözü geçiyor, Yargı’ya da... Artık iş dünyasına da hakim, sosyal düzene de... Artık kurumlara da, bürokrasiye de söz geçirebiliyor. Derin devleti hallaç pamuğu gibi attı. Yargı sadece mahkemede, asker sadece kışlada, muhalefet sadece grup toplantı salonunda. Artık “oligarşik bürokrasi”den şikayet edemez. “Yargı önümüzü kesiyor” diyemez. “Kurumların mutabakatı olmalı” gerekçesini ileri süremez. “Hükümet olduk ama iktidar olamadık” savunmasını yapamaz. “Derin devlete söz geçiremiyoruz” yakınmasında bulunamaz. “Cumhurbaşkanı muhalefet gibi davranıyor” mazeretine sığınamaz. Çünkü bunların hepsi artık belli bir çizgide buluşt(uruld)u.
Tamam, işte şimdi tam zamanı. Mazeretler bitti, gerekçe kalmadı. Artık “inanan kesim” olarak biz de haklarımızı üçer-beşer istiyoruz. İlk partide şu haklarımızı...
Her ne şekilde olursa olsun, düşünceyi ifadenin önündeki bütün engellemelerin kayıtsız şartsız ve kısıtlamasız olarak kaldırılmasını istiyoruz. Eğitimin her kademesinde, çalışma hayatının her kesiminde ve kamuda genel ahlâk va âdâba aykırı olmayacak şekilde kılık-kıyafetin tam anlamıyla serbest bırakılmasını istiyoruz. Devletin niteliklerinin toplumun kimlik ve kişilik değerlerine uygun hale getirilmesini istiyoruz. Resmi ideolojinin dayatmalarına son verilmesini istiyoruz. İmam-Hatipliler askeri okullara girebilsin istiyoruz. Okullara mescid açılsın, Kur’an -isteyen için- ders olarak okutulsun istiyoruz. Karma eğitimin zorunlu olmaktan çıkarılmasını, dileyen için kız-erkek ayrı okuyacağı okullar tahsis edilmesini istiyoruz. Okullarda dileyen öğrencinin dinini-diyanetini öğrenebileceği ve ibadetini yapabileceği imkânlar hazırlansın istiyoruz. Yasaların “hukuk”a uygun olmasını istiyoruz.
Çok mu şey istiyoruz? Haklarımızı istiyoruz!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.