Beyni kanamamış ama, felç olmuş!
“312 General dâvası”nın esas tertipçisi, Jandarma’nın umum kumandanı, ADD’nin en yüksek rütbeli başkanı, Ergenekon dâvasının önde gelen sanığı, hem “er”, hem “uygur” generalimizin meğer beyni kanamamış ve hafızası kaybolmamış!
Evinde GATA raporu ile istirahat eden e-general Şen-er için Adli Tıp, “Cezaevine gönderilmesinde sağlık bakımından bir sakınca yok” demiş...
Felç olmuş mu peki? Orası Adli Tıp’a göre belli değil. Adli Tıp’a göre, beyni kanamamış ama, bize göre “beyin felci” geçirdiği, bunun da çok önceki zamanlara ait olduğu şüphe götürmez!
“Beyin felci” geçirmese, sâlim düşünce melekeleri dumura uğramasa, Er-uygur Paşa, bizimle uğraşır mıydı?
Bırakın bizi, milletle irtica muharebesine girer miydi?
Kur’an okunan evleri basar, dinini öğrenenleri tehdit olarak görür müydü?
Bu “beyin felci” meselesi mühim!
Beyin kanaması da elbette!
O günlerde, bizlerin beyni kanıyordu... Olan biteni aklımız almıyordu. Kafamız ha çatladı, ha çatlayacak diye endişe ediyorduk. Din, dindarlık bir numaralı düşman ilan edilmişti. Bir çok okur yazar “inanmak”la, “iman etmek”le suçlanıyordu.
Ogünlerde konuşurken veya yazarken, beynimizin kanadığı yazılarımızdan, konuşmalarımızdan ayan beyan anlaşılıyordu.
Bizim beynimizin kanadığı anlaşıldığı gibi, onların beyin felcine maruz kaldıkları, fikir ve fiillerinden zahir oluyordu.
Öyle olmasa, akıllara ziyan Balyoz tatbikatları yapılır mıydı?
Sarıkız, Ayışığı, Oraj darbe planları hazırlanır mıydı?
Bir taraftan dış güçlerle, başta İsrail olmak üzere, güç odaklarıyla içli dışlı olunur; millete, memlekete karşı operasyonlara girişilir miydi?
O günlerde İsrail’e gitmeyen kumandan yoktu. ABD’deki Yahudi lobileriyle öğür olmayan yüksek kademe asker mevcut değildi.
Dışarıda böyle idi, içeride peki?
Bilhassa batıcı laik sermayedarlar ve onların kurumları, diğer taraftan sendikalar. (Hemi de devrimcileri dahi dahil!) Öte yandan esnaf odalarının başına tünemiş baronlar...
Hep aynı kapdan yiyip içiyorlardı. Menfaatleri çatışan, birbirleriyle kavgalı unsurlar, millete karşı kadeh kaldırıyordu.
Ya basın? Ya medya?
Onlar da işin içinde değil miydi?
Şimdi sadece Eruygur gibilerin o günlerdeki tavır ve fiillerini değil, bu kesimlerin tepesindeki şahsiyetlerin ve de basın-yayın araçlarının üst kademesinin yaptıkları, yazdıkları, konuştukları üzerinde ruhbilimcilerin, pskiyatristilerin, asabiye mütahassıslarının esaslı inceleme yapması gerekiyor.
Televizyon ve radyo yayınlarını hemen gözümüzün önüne getiremeyiz, ama gazete arşivleri en azından derleme kütüphanelerinde bulunuyor.
Açalım bakalım. Manşetleri tarayalım...
Teşhiste hiç zorlanmayız: Eruygur başta olmak üzere bazı askeri erkân, sivil görünümlü kapitalizm baronları, sendika ağaları ve büyük unvanlı gazeteciler... Umumen beyin felcine tutulmuş!
Memleketin aslî kitlesi ile uğraşıyorlar, ülkenin bin yıllık değerlerini yok sayarak oligarşik bir yapı oluşturmaya çabalıyorlar!
Beyin felci nasıl tedavi olunur?
Elbette hastahanelerde veya nekahathanelerde değil!
Eruygur’un tedavisi, öyle anlaşılıyor ki, yakında başlayacak! Beraat raporu alırsa, tedavisi tamamlanır, sağlığına kavuşur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.