Tunus'tan devran manzaraları
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Tunus'un yeni teşekkül etmiş kurucu meclisine hitaben konuşuyor. Oturuma bütün partilerden milletvekilleri tam katılım sağlarken konuşması sık sık alkışlarla kesiliyor. Gül'ün "Beni yurtdışında Türk bayrağından sonra en fazla heyecanlandıran bayrak Tunus bayrağıdır. Al rengiyle, hilal ve yıldızıyla adeta kadim kardeşliğimizin timsalidir bayraklarımız" sözlerine ise Meclis üyelerinin tamamı ayağa kalkıp alkışlayarak cevap veriyor.
Bu sözlerin bu kadar alkış alması tabi hem Türkiye'ye olan özel teveccühten hem de bugünlerde Tunus'un gündeminde olan özel bir gündemle ilgili. Selefi diye adlandırılan gruplardan birileri bugünlerde bir üniversite kampüsünde Tunus bayrağını indirip yerine siyah bir bez parçası açmış. Nahda hareketinin temsilcilerince sadece basit bir provokasyon olarak değerlendirilen bu eylem diğer laikçi sayılabilecek kesimlerce Nahda'nın da teşvik ettiği bir bağnazlaşmanın işareti.
Bu olaydan hareketle Türkiye'den çokça alıştığımız bir psikolojik savaş operasyonunun açık işaretleri var. Sayıları çok az olduğu halde, yaptıkları eylemlere gösterilen aşırı tepkilerle bir anda eylemleri bütün ülke gündemine oturuyor. Türkiye'den oldukça tanıdık geldiği için işin nereye doğru gideceğini çok iyi tahmin edebiliriz. Bayrak konusunda oluşan duyarlılık ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bayrağa yönelik sözleri bu açıdan çok iyi denk düşmüş oldu.
Gül, kendi doğallığı içinde gelişse bile, yani birilerinin provakasyonu olmasa bile, bu tür aşırı yorumlara veya tavırlara karşı çözümün, yasakçılık veya baskı politikaları değil, Nahda gibi açık-demokratik hareketler olduğunu ifade ediyor.
217 sandalyeden oluşan Tunus Ulusal Kurucu Meclisi 23 Ekim 2011 tarihindeki seçimlerin sonucunda oluşmuş, gerçekten görülmeye değer. Kelimenin tam anlamıyla ilk defa olmak üzere bir "halk meclisi". Toplumun her kesiminden insanı gerçek anlamda temsil ediyor. Mecliste hiç kılık-kıyafet kısıtlaması yok, başörtülü de örtüsüz de sakallı da sakalsız da mevcut. Büyük çoğunluğu Burgiba veya Zeynelabidin bin Ali döneminde yıllarca hapiste yatmış veya sürgünde yaşamışlardan oluşuyor.
Devrim sonrası oluşan koalisyonun yanısıra muhalefetle ilişkiler de bizden bakıldığında garip denecek kadar centilmence yürüyor. Hemen hepsi diktatörlük zamanında benzer çilelerden geçmiş oldukları için birbirlerine karşı rekabetleri de hassas bir hukuka riayet düzeyinde cereyan ediyor. Gül'ün aktardığına göre rakip partilerden oldukları halde özel oturumlarda birbirlerine o dönemde çektiklerinden dolayı iltifat etmekten geri durmuyorlar.
Cumhurbaşkanı olarak seçilen Monsef Merzuki sol gelenekten geliyor. Yıllarca insan hakları aktivisti olarak faaliyet göstermiş bu esnada bin Ali yönetiminin türlü baskılarına maruz kalmış, hapis ve sürgün yaşamış. Kravat giymemekte ısrar ediyor ve Cumhurbaşkanlığı makamının protokollerini adeta bir eziyet gibi hissederek uyguluyor izlenimi veriyor.
Başbakan Hamadi Cebali de Gannuşi'nin kuruculuğunu yaptığı Nahda hareketinin (önceki ismiyle İslami Yöneliş hareketi) baştan itibaren en önemli 2. adamı. Gannuşi'nin hapiste olduğu 1981-1984 yılları arasında hareketin genel başkanlığını yürütmüş, sonra da siyasi işler başkanlığını yürütmüş. Kendisi de 1992 yılında askeri yargıyı eleştiren bir makalesi dolayısıyla tutuklanıp 17 yıl hapis cezasına çarptırılmış, yattığı 14 yılın 10 yılını tecritte geçirmiş.
Meclis başkanı Mustafa bin Cafer de yine sol sosyalist gelenekten gelen insan hakları aktivizmi sendikacılık ve hukukçuluk kariyeri olan biri.
İçişleri bakanı için daha ilginç olan şey geçmişte yattığı ve işkence noktalarını çok iyi bildiği hapishanelerden bugün sorumlu hale gelmiş olması.
Velhasıl, devranın dönüşünün insanı ibretlere gark ettiği bir ortamı yansıtıyor bugünün Tunus'u.
* * *
Genellikle "model ülke" kavramının yaratabileceği rahatsızlıklar dolayısıyla Cumhurbaşkanı bu kavramı kullanmaktan imtina ettiklerini anlattı, ancak Tunuslular bu konuda hiç bir çekince koymadan Türkiye'yi model aldıklarını söylüyorlar.
Hatta anayasayı yapmak üzere teşekkül etmiş olan kurucu meclis üyelerinin bir kısmı Türkiye'nin anayasasını beklediklerini, ona göre kendi anayasalarını oluşturmayı umduklarını söylüyorlar. Oysa görünen kadarıyla, onların anayasa yapma ihtimali Türkiye'nin anayasa yapma ihtimalinden çok daha kolay ve çok daha yakın görünüyor. Üstelik yeni anayasa konusunda birbirlerine karşı aşılmayacak kırmızı çizgileri yok.
Türkiye'yi model almak isteyenler var olmasına var da, Türkiye'nin buna bir hazırlığı yok meğer.
* * *
Tunus siyasi devrimi gerçekleştirmiş, ama ekonomik devrim için henüz yolun başında sayılır. Eğitim seviyesi yüksek oldğu halde, eğitilmiş kesime istihdam sağlayacak hizmet toplumunun mukabil kurum ve sektörleri yeterince oluşmamış. Bu da patlayan öfkenin nitelikli bir sosyal tabakaya dayanmasını sağlamış.
Devrimi tetikleyen şey işsizlik olduğu halde devrimin gerçekleşmesinin üzerinden geçen 14 ay içinde henüz bir ilerleme kaydedilebilmiş değil. Buna rağmen siyasi devrimi yapmış olmanın heyecan ve mutluluğu şimdilik hükümete önemli bir vade kazandırmış görünüyor.
Başbakan yardımcısı Beşir Atalay ile kalkınma bakanı Cevdet Yılmaz oldukça hazırlıklı ve ilişkileri her iki ülke lehine geliştirmek üzere somut projelerle gelmişler Tunus'a. Devrim sonrası Tunus'un ekonomik olarak da gelişimi Türkiye için de çok önemli bir açılım yolu açmış durumda. Türkiye'nin bu yoldaki performansı her bakımdan izlenmeye değer olacaktır.