‘Diktatörlük cumhuriyeti / cumhuriyet diktatörlüğü’ mü?
Fransız İhtilali’nin seçkin öncülerinden birisi ölüm yatağındayken, ziyaretine gelen eski devrim arkadaşına, ‘Cumhuriyet’in diktatörlük günleri ne güzeldi..’ der..
Türkiye’de de bazıları, kendilerini ‘seçkin’ zannedip, hâlâ, geniş halk kitlerinin ise, köle ve parya muamelesi gördüğü 1950 öncesini, hasretle ve bir kutlu dönem olarak anarlar..
Halbuki, o dönemlerin ezilen insanlarının çocukları, bugün kendi kimlik ve şahsiyet mücadelesini vermenin çabasındalar.. ‘Taife-i laicus’ da, laikliği cumhuriyetin temel ilkesi olarak gösterip, diktatörlüklerini sürdürmenin mücadelesini veriyor.. Onlar istiyorlar ki, ‘halk tarlalarda, fabrikalarda çalışabilir, temizlikçi/ hizmetçi olarak bulunabilir; ama, onların sosyal hayat planına başı dik, meydan okurcasına çıkma hakkı olmamalı’dır!
Bu mücadele en çetin şekilde derinden derine sürerken..
Mir Dengir M. Fırat’ın bir amerikan gazetesine söyledikleri gündeme düştü.. ’Türkiye, devrimlerle ağır bir travma yaşamıştır.. Bir gecede kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimleri ortadan kaldırılmıştır’ diyordu, o.. Yanlış mı?
23 Haz. günlü Taraf’ta, Sevan Nişanyan da, ilginçtir, aynı şeyleri söylüyordu.. Nişanyan, bu ülkenin ermeni -hristiyanlarından.. Aynı toprakların insanıyız.. Ve son 100 yıl hariç, benim geçmişimle onun geçmişi bu topraklarda 800 yıl, barış içinde yaşamış...
Nişanyan, ‘Yanlış Cumhuriyet’ diye bir eser yazmış.. İlginç tesbit ve iddiaları var.. ‘Harf devriminde amaç, Batılılaşmak değil, eski yazıyı yasaklayarak Türkiye’nin geçmişiyle bağlarını koparmaktır. Bu ülkenin dokuz yüz yıllık kültürel geçmişiyle bağları, halka on beş gün süre verilerek tek bir hamlede koparıldı ve sıfırdan başlayan bir toplum haline getirildi. Elli sene boyunca üniversite dahil hiçbir yerde insanlara eski yazı öğretilmedi. Bir toplumun kendi geçmişi hakkında tam ve mutlak bir cehalete indirgenmesidir bu.’ diyor..
‘1910’lar dünyasında Cumhuriyet, demokrasiye doğru bir adım değildi, diktatörlüğün kod adıydı.. Türkiye Cumhuriyeti, Padişahlıktan diktatörlüğe geçti.. (...) Cumhuriyet’in laiklik politikası gerçek bir laikliği gerçekleştirmedi. Dinin, devlete karşı nisbi özerkliğini ve devletin mutlak gücünü kısıtlayabilme potansiyelini yok etmekten ibaret oldu. çünkü amaç laiklik değildi. Amaç mutlak iktidardı. Yani iktidarı kimseyle paylaşmamaktı. Amaç, cumhuriyeti kuran şahısların iktidarıydı. (…) Atatürk mutlak iktidarı terk edebilirdi, etmedi. Orta ve üst kadroların büyük bölümünü şahsi ağırlığı altında ezdi, yok etti. ülke, siyasi kadro azlığıyla karşılaştı. Ayrıca şahıs putlaştırılmasına dayanan kült, Türkiye’ye bugün bile altından kalkamadığı bir manevi, kültürel ve siyasal yıkım getirdi. Mustafa Kemal, 1926’dan itibaren memleketin her meydanına kendi heykelini diktirme işiyle şahsen ilgilendi. şehir meydanlarına kendi heykelini diktiren ilk cumhuriyet lideri olmak gibi ilginç bir özelliğe sahip oldu dünya tarihinde.’ sözleri de Nişanyan’ın.. Nişanyan’ın röportajındaki bazı ilginç tesbit ve keza yanlışlarına ayrı bir yazıda değinmek gerekecek, ama, doğruları da görülüp anlaşılmaya çalışılmalı değil midir?
’HAZRET-İ ATATüRK’ Mü? ‘KİŞİYE TAPMAK’ BAŞKA NASIL OLUR Kİ?
Murad Willfried Hofmann, ülkesinin büyükelçisi olarak vazife yaptığı sırada, 30 yıl öncelerde müslüman olan bir alman.. üzerinde durulması gereken birçok eserinin türkçesi de yayınlandı.. Murad Hofmann’ın, ‘Müslüman Bir Almanın Günlüğü’ isimli eserinde, 19 Temmuz 1985 tarihli ve ‘Hazret-i Atatürk ve diğer tuhaflıklar..’ başlıklı bölüm ilginç..
‘... Edremit’ten Ege Denizi boyunca Ayvalık’a doğru giderseniz, Gömeç yakınlarında (...) solunuzda kalan dağ sırasının silueti size, Atatürk’ün profilini hatırlatacaktır.. (...) İnsanlar şimdi aynı olayın ülkenin başka yerlerinde de çıkmasını bekliyorlar.. Sanki Mustafa Kemal, kariyerinin ikinci aşamasına başlamış gibi görünüyor: Kutsanmak.. Yoksa, günün birinde, Hazret-i (-hristiyanlıkdaki gibi Saint- Aziz) Atatürk’ten mi söz edeceğiz? (sh. 135-136)’
Ve, haberlerde yer aldığına göre Ardahan’ın Damal ilçesi Karatepe mıntıkasında bir görüntü daha.. Haziran sonlarıyla Temmuz başlarında, akşam saat 17.00 sularında, 5-10 dakika kadar bir süre, bir tepenin gölgesi, karşı tepenin yamacına düşünce, ortaya bir burun, çene, kaş gibi çıkıntılar bir insan çehresini hatırlatabiliyormuş.. Bu da M. Kemal’in zuhûru olabilirmiş..
Bu münasebetle mahallî yöneticiler, şölenler yapıyor; çocuklar da, ‘Türkiye laiktir, laik kalacak!.’ diye halay çekiyormuş.. Bu şölenlere Gen. Kur. Başkanı da davet olunmuş..
50 yıl öncelerde de, Yozgat’ta bir öğretmen, bulutlarda meydana gelen ve insan kafasını andıran bir görüntünün, M. Kemal olduğuna dair bir fotoğraf yayınlamıştı..
Sovyetler’de Lenin, çin’de Mao, İran’da Şah da benzer iddialı benzetmelere konu olmuştu.
İmam Khomeynî’nin resmini gördüğünü söyleyenler de çıkınca, böyle maskaralıklara izin verilmemişti.. Resul-i Ekrem (S)’in 3 yaşındaki oğlu vefat ettiği gün, güneş de tutulunca, bunun ‘göklerin mâtemi’ diye nitelenmesi üzerine, Yüce Resul, ‘o gibi asumanî hadiselerin kendi kanunları içinde cereyan ettiği’ ikazında bulunmuştu.. Ama, her türlü kutsala karşı çıkan laikçiler şimdi, şimdi kutsal üretiyorlar.. Dünya gülse de..
Muğla- Fethiye’nin Kayadibi köyünde de geçen hafta bir ev, elektrik kontağından yanmış.. O evden bir asker de, 11 yıl önce hayatını Güneydoğu’da kaybetmiş imiş.. Şimdi, bu haber, ‘alevler, şehid fotoğrafını ve bayrağı yakmadı..’ diye sunuluyor.. Ve itiraz edilemiyor..
Güya hurafelere karşı çıkmak adına, her türlü kutsala karşı savaşa giren laikçiler, yeni kutsallar üretmelerden, hurafelerden meded umuyorlar..
FUTBOL MAçI MI, ‘DİN-İMAN SAVAŞI’ MI?
Türkiye, ‘Euro-2008’ Şampiyonası’nda, yarı finale yükselmekle sadece spor çevrelerinde değil, başka mahfillerde de ilgiyle izleniyor.. Hele, Hırvatistan maçındaki performans ve refleks gücü daha bir şaşırtıcı sayılıyor.. Bugün de Almanya ile karşılaşıyor..
Hırvatistan maçı sonrasında, kitleler sokaklara döküldü.. Bosna- Mostar’da, müslüman halk Türkiye’nin bu futbol zaferini ‘Allah’u Ekber!’ nidâlarıyla kutlarken, hırvat tarafı da müslümanlara saldırmış.. ‘Diyar-ı arab’da da coşkun gösteriler olmuş..
Tamam, taraf tutulabilir.. Ama, bunu bir din savaşı ve hattâ cihad gibi göstermenin mantığı nedir? 10 yıl önce, İran- B. Amerika futbol maçında da durum aynı olmuştu..
Yenme ve yenilmenin sosyo-psikolojik etkenleri ve toplumlarda meydana getirdiği adrenalin dalgalanmaları gözardı edilemez. Ama, sporu bir din-iman savaşı gibi algılamanın mânası ne? İnsanların temennileri elbette olabilir.. Ama, zaferi inancınızın zaferi sayarsanız, yenilgiyi de inancınızın yenilgisi mi sayacaksınız ve buna kimin hakkı vardır?
Son maçtan sonra, gecenin saat 03.00 sularına kadar Alman şehirlerinde sergilenen çılgın gösterilere nice müslüman tipler ve nice örtülü hanımlar -kızlar bile- öylesine bir coşku ile katılıyorlardı ki, âdetâ bir inanç mücadelesi kazanılmış gibiydi.. ölçü kaçırılmamalıdır..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.