Yürekler Adem Özköse ve Hamit Coşkun için atmalı
“Hepimiz Adem Özköse’yiz”
Doğrusu bu slogan bana Hrant Dink için yürüyen şaklaban takımını hatırlatıyor, bu yüzden sevmiyorum. Eğer, bu olayda kullanılmasa idi tam anlamı ile İslâm kardeşliğini vurgulayan bir söyleyiş biçimi. Dünyanın öbür yanındaki bir Müslümanın ayağına diken batsa senin burada canın acıyacak! Ne ulvi bir söyleyiş ve hissediş şekli.
Burada şu gerçeğin altını da çizmeliyim. Bu Hrant Dink’in de bir mazlum olduğuna ve zulme uğradığına inanıyorum. Onun insanca yaşama hakkını savunmak ayrı şey, moda olsun diye kameralar önünde timsah gözyaşları dökmek ayrı şey. Madımak’ta insanların diri diri yakılması da bizim lanetlediğimiz bir olay. Ama gerçek katillerin ve onlara bu vahşetin kapılarını açan mesullerin bulunması aslolan. Değilse pek çok suçsuz insan müebbet yerken, asıl suçlular dışarıda geziyorsa bu adalet değildir. Efendim nereden girdik, nereden çıkacağız? Milat gazetesi Ortadoğu temsilcisi Adem Özköse ve çiçeği burnunda kameramanı Hamit Coşkun Suriye’de gizli servis El-Muhaberat’ın elinde tutsak. Hrant için yeri yerinden oynatan gardrop demokratlarında ve bizim tarafta ölü sessizliği. Küçük harfle yapılan bir takım sessiz protestolar yerini daha canlı hak arayaşlarına bırakmalı. Suriye ve onlar üzerinde çok etkili olan İran elçiliklerine yoğun bir sivil toplum baskısı kurulmalıdır. Bunu yaparken de kantarın topuzu kaçırılmadan özellikle Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un gazeteci kimliği vurgulanmalı. Ayrıca tüm ülke çapındaki ve uluslararası yayın kuruluşları ciddi bir baskı altına alınmalı. Yüreklerimiz gerçekten Adem Özköse ve Hamit Coşkun için atarsa onları El-Muhaberat’ın elinden kuşlar gibi uçurup İstanbul’a üç yavrusunun ve eşinin yanına, baba ocağına getiririz diye düşünüyorum. Sahi gerçekten, “Hepimiz Adem Özköse” miyiz? Bence işin sırrı burada.
Biz de azınlıklara tanınan hakları istiyoruz!
27 Mayıs 1960 darbesi yapılmış. İhtilalciler tarlalarımıza üşüşen çekirge sürüleri gibi bütün kurumlara dolmuşlar. Ortalık toz-duman. Yüzbaşılar, binbaşılar, yarbaylar, albaylar, nahiye, ilçe, il mülki amirlikleri ve devletin tüm kurumlarını talan ediyorlar adeta. Makamlar, mevkiler kapanın elinde kalıyor. Erken giden vali, kaymakam, müsteşar oluyor. İşte böylesine bir talan mevsiminde, 21 Haziran 1961’de darbecilerin Milli Eğitim Bakanı Fehmi Yavuz tarafından Yahudi çocuklarına sinagoglarda dini eğitim imkanı veriliyor. Bütün bunlar olurken, Milli Birlik Komitesi’nde hararetle ezanın tekrar Türkçe olması tartışılmaktadır. Allah’tan darbeciler bu alçaklığa cesaret edemezler. Yalnız Adnan Menderes ve arkadaşları ezanı aslına çevirmenin bedelini asılarak öderler! 27 Mayıs 1960’ta verilen ayrıcalıklar hâlâ sürüyor. Meselâ Üsküdar Amerikan Koleji’nde yılbaşında 1 hafta christmas tatili yapılıyor. Hani eğitimde birlik ilkesi? Amerikalıya var da bize yok mu? Bu tür ayrıcalıklar hâlâ batının manevi kontrolündeki okullarda devam ediyor. Yahu, bu imkanları dini çoğunluklara da verseniz olmaz mı?
Mesela kandil gecelerinde çokça ibadet eden çocuklara ertesi günü tatil olsa, çocuklarımız dini eğitimlerini okul yakınındaki camilerde alsalar ve böylece camiye de daha bir ısınsalar? Yani Musevi çocuklarının faydalandıkları haklardan birazcıcık bizimkiler de faydalansa? Azıklıklara var da bize yok mu? Hani çoğunluğu da azınlığa ezdirmeyecektiniz? Çok mu konuştum, peki o zaman susma hakkımı kullanıyorum. Zira arkamda ne Amerikalı, ne de batılı din hakları savunucuları var. “Hepimiz Hrant’ız!” diye şarlatanlık yapan sesli azınlık da yok. Biz eziliriz sessiz, işkence görürüz sessiz, ölürüz sessiz. Ezcümle sessiz geldik, sessiz gideceğiz!
MHP’yi tanımakta güçlük çekiyorum
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bir dost eli uzatıyor:
- Geliniz, İmam Hatiplerin orta kısmını ve Kur’an-ı Kerim’in bütün okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını birlikte çıkaralım!
Birden heyecanlanıyorum. Kanalı birlikte izlediğimiz arkadaşım haberin edvamını dinlemeden kestirip atıyor:
- Helal olsun Bahçeli’ye. Bir dahaki seçimde oyum MHP’nin!
Bense temkinliyim. Daha dağın ne doğuracağını bilmiyorum. Tabii ki arzum “Bir elin nesi var, iki elin sesi var!” vecizesinde. Ama Bahçeli ile yola çıkıyorsunuz ve dikkatli olmak zorundasınız. Cümlenin devamında Bahçeli su koyveriyor. Tüh, keşke ben yanılsaydım.
Ne kadar isterdim yanılmayı. Zira dindar bir nesil yetiştirilmesi için elimize asırlık bir fırsat geçmiş. Sonunda anlıyorum ki bu Bahçeli’den ne köy olur, ne kasaba! “Kanımız aksa da zafer İslâmın” diyerek binlerce gencini ölüme gönderen bu partiyi ekseninden çıkarıp CHP’lileştiren o değil mi? Binlerce ülkücüyü işkence tezgahlarından geçiren 12 Eylülcülerden hesap sorulması fırsatını elinin tersiyle iten o değil mi?
Anlaşılıyor ki İmam-Hatiplerin orta kısmının açılması ve Kur’an-ı Kerim’in tüm okullara seçmeli ders olarak konulmasının şerefi yine AK Parti’nin olacak. MHP samimi değil, bu konuda da MHP’lilerin aksine göstermelik olarak elini uzatıyor, tutulacağını anladığı anda da çekiyor. Sayın Türkeş’in MHP’sini tanımakta güçlük çekiyorum.