Kuran korkusu, Peygamber korkusu
Meclis hafta sonunda, eğitim sisteminde değişiklik yapan kanunu kabul etti. Ama neden sonra!
Partilerin, vekillerin temyizine mihenk olan hadiseler cereyan etti.
Vekilin biri içtüzüğü filan takmamakla, silahla Meclise gelmekle tehdit etti. Kimi? Meclisi!
Meclisi tehdit, darbecilerin işidir! Nitekim tarihte çok sayıda örneği var. Darbeciler hükümetler üzerinde, Meclisler üzerinde baskı kurdular. Bunu yeterli görmediklerinde de müdahale yoluna gittiler.
Acaba CHPnin bazı vekilleri, ki bazı parti unvanlarını da hamiller, bütün bu gürültü patırtıyı, tantanayı yetişin ey ehli darbe! diye mi yaptılar.
Çünkü Meclis matematiği ortada. AK Partinin bu kanunu geçirme gücü var. İlave olarak MHP de destek veriyor. Öyleyse, gerçek siyasetçi ne yapar?
Meclisten geçmesi kesin olan metni uzlaşarak nasıl biçimlendirebilirimi düşünür. Ya da tavrını koyar, sonra da seçimlerde bunu halka anlatır, halk da destek verirse, iktidara gelir ve yine Mecliste kendi görüşü doğrultusunda kanunlar yapar.
Nitekim, şimdi yapılan bundan başka nedir ki?
28 Şubatın o ağır havasını henüz unutmadık. Kesintisiz öğretim teklifinin hangi merkezlerden ve hangi maksatlarla zamanın hükümetine empoze edildiğini, hükümetin de her şeye rağmen bunu geçirmek durumunda olduğunu biliyoruz. Ne demişti zamanın muhafazakâr görünümlü başbakanı Mesut Yılmaz?
Siyasî hayatıma mal olsa da bu kanunu geçireceğim! Mesut Yılmaz kanunu geçirdi. Fakat milletin tasvibini alamadığı için, iktidardan düştüğü gibi, siyasî hayatı da karardı.
Bugünkü hükümet böyle bir akıbete düçar olabilir mi?
Eğer bizim çok akıllı muhalefet partilerimizin dedikleri doğru ise, böyle olmalı!
Fakat kazın ayağının öyle olmadığını onlar da biliyorlar.
Yine cumhuriyet değerlerinden, laiklikten filan dem vuruyorlar.
Evet, Türkiye cumhuriyeti gerçek bir halk yönetimi olarak kurulmadı. Bonapartist bir tarzda yukarıdan ilan edildi.
Halbuki halka dayanarak, onun inancına ve değerlerine yaslanarak kazanılan zaferden sonra, bu uzlaşma zemininin sürdürülmesi beklenirdi. O zaman demokratik bir cumhuriyet kurulurdu. Değerlerle çatışmayan bir yenileşme, modernleşme programı halkın tasvibi ile, desteği ile uygulanırdı.
Böyle yapılmadı. Din meşruiyet kaynağı idi, yerine ideoloji ikame edildi. İdeoloji ise, mektepte, okulda halkın çocuklarına dayatıldı.
Neden tek parti cumhuriyeti ilköğretimde ısrar etti de, orta ve yüksek tahsilde bir atılım yapmaktan uzak durdu?
Çünkü onlara beş yıllık ideolojik tedrisat yetiyordu!
Meşruiyet ideolojik öğretimde aranınca, din öğretimi tamaman ortadan kaldırıldı. Ne zamana kadar?
1950lere kadar. Türkiye demokrasiye yönelince, itilmiş, bastırılmış olan dini eğilimler ortaya çıkmaya başladı. CHP kapattığı imam hatipleri ve ilahiyatı tekrar açmak için harekete geçti.
Kendinden sonra seçimle işbaşına gelen bütün iktidarları da din öğretimine yol açarak laiklikten sapmakla, irticayla suçladı.
Din öğrenmek nasıl suçlanma konusu olabilir? Bunu bir daha gördük. CHP bunu şiddetle savundu, DTP de ondan geri kalmadı.
MHP ise başta biraz bocaladıysa da, tabanın sesine kulak verdi ve ideolojik dirençten vaz geçti.
İki ulusal parti CHP ve DTP, dinin kendileri için ne kadar tehlikeli olduğunun farkındalar. Çünkü bütün varlıklarını ideolojiye borçlular. Bugüne kadar CHP ideolojisi öğretimin esası idi. Fakat bu ideoloji ötekileştirilenlerin de işine geliyordu.
Kuran-ı Kerim, insanları doğru yola çağıran, güzel ahlâkı telkin eden ilahî kitaptır; Hz. Peygamber ise âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, güzel ahlakı tamamlamak için görevlendirilen bir elçidir. Kuran öğrenmekten, Hz. Peygamberin hayatını bilmekten kime zarar gelir ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.