İlahiyat için "hüküm" ve "hikmet" dengesi
Beş gün arayla yine Diyarbakır'dayım. Bu sefer konu ilahiyat fakülteleri ve din eğitiminin sosyal barış bağlamında önemi. İlahiyat fakültelerinin yıllık olağan toplantılarının onsekizincisine bu yıl Diyarbakır İlahiyat Fakültesi ev sahipliği yapıyor. Türkiye'nin sayısı elliyi aşmış ilahiyat fakültesi dekanları da din eğitimi-öğretimi ve ilahiyat söylemleri üzerine bir müzakere yürütüyor.
Dinin sosyal barışa katkıda bulunması beklenir ama bu, özellikle iktidarların bir beklentisi olarak çoğu zaman devam eden ve belli bir düzenin karakteri haline gelmiş haksızlıklara veya çelişkilere karşı dinin meşrulaştırıcı bir ideoloji rolü oynama beklentisine denk geliyor. Dinin, bir tezahür biçimiyle, tarih boyunca bu rolü hep oynamış olduğu da biliniyor. Marx'ın din hakkındaki çıkarımlarına dayanak oluşturan gözlemleri muhtemelen dinin bu tarz kullanımları olmuştur.
Oysa din her zaman düzenin olağan meşrulaştırıcısı, devletin ideolojik aygıtı olarak çalışan bir kurum değil. Peygamberler tarihinin tamamı dinin kurulu düzenleri rahatsız etmesi, hatta iyi kötü devam etmekte olan ama mutlaka haksızlıklara, zulümlere dayalı olarak ayakta duran düzenleri sarsan, rahatsız eden, huzuru bozan örneklerin tarihidir.
O yüzden dinin toplumsal barışı temin edecek bir ideoloji ihtiyacına cevap vermesi başta orijinal haliyle dinin karşı çıktığı bir şey. Din toplumsal barışa sorgusuz süalsiz katkı vermek yerine bu barışı bozan zulümlere karşı çıkar, o barışı tehdit eden çelişkilere dikkat çeker, onların düzeltilmesini, adaletsizliklerin telafisini talep eder. Dinin önceliği barış değil adalettir, ama adaletten de daha sağlam bir barış temeli yoktur zaten.
Toplantıda bir açılış ve konsept konuşması yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez mekanın da ruhuna uygun olarak dinin kardeşlik edebiyatı yerine kardeşlik hukukunu önplana çıkardığının altını çizdi. İnsanlar kendi başlarına kaldıklarında, kendi heva ve heveslerine tabi olduklarında, "birbirlerinin kurdu" olacak kadar ayrı ve gerginler. Oysa öyle bir süreç çalışır ki, Allah birbirine düşman olan insanların kalplerini birbirine kaynaştırır ve birbirine düşman olanlardan kardeşler kılar.
İslam, neticede birbirlerinden nefret eden, birbirlerine düşman kabile ve şahıslardan birbirine bütün varlıklarıyla kardeş haline gelen bir topluluk çıkardı. O sürecin kendisi başlıbaşına bir mucizedir. Ancak o insanlar birbirlerine karşı alabildiğine özverili davrandıkları kadar, kuşkusuz ondan çok daha fazla olmak üzere birbirlerinin hukukuna saygı duydular.
Bugün Türkiye'de din eğitiminin başka insanları en az kendisi kadar, özlerinde her türlü hakka sahip varlıklar olarak görmesini sağlamak için hiç bir teorik veya teolojik sorunu yok. Ancak ne yazık ki, pratikte ilahiyatımız da bazen hukuka değinmeden, hukuka riayet etmeden, varolan çelişkileri kuru kardeşlik edebiyatlarıyla giderme hizmetine koşulabilmektedir. Prof. Görmez'in uyarısı bu açıdan Kürtlerle Türkler arasında bir noktadan sonra işlememeye başlayan kardeşlik söyleminin canlandırılmasında çok iyi bir yerden girmiş oluyor konuya.
Prof. Görmez'in konuşmasında altı çizilecek çok önemli bir nokta da "hüküm" ile "hikmet" arasında koyduğu ayırım. Ona göre İslam dünyasının bir çok yerinde İslami ilimler İslam'ın hep hüküm boyutuna takılıp kalıyorlar. Oysa her hükmün bir hikmeti de var ve bu hikmet gözetilmediğinde İslam'a dair son derece anakronik yorum veya uygulamalara gidilebiliyor.
Örneğin bugünlerde Suudi Arabistan'dan bir alimin "Arabistan'daki kiliseler yıkılmalıdır" sözü nasıl bir İslami "hüküm"e dayanıyor? Doğrusu "hüküm" boyutunda bile bir dayanaktan yoksun olan bu sözün "hikmet"tense hiç bir nasibi yok. Bu hikmet yoksunluğuna rağmen söz sarfedildiği andan itibaren batıda yüzlerce gazetenin manşetine yerleşiveriyor ve İslam hakkında zaten varolan aşırı İslamofobik söylemlere bir tür mazeret oluşturuyor.
Doğrusu hikmet ile hüküm arasındaki bu ayırım İslami ilimler için farklı ve yeni bir yaklaşımın başlangıcı olabilir. İslam tarihindeki makasidu'l-şeria geleneği ile son derece güçlü yorum tarihi belki bugün için yeterince işletilse, oradan bu yeni yaklaşım için de ihtiyaç duyulabilecek geleneksel referanslar yeterince türetilir.
Bunun İslam dünyasındaki bütün ilahiyatçılar veya İslami ilimlere mensup zevat arasında çözüm üretici, sorunlara odaklı bir müzakere sürecinin başlangıcı olması gerekiyor. Ne de olsa artık İslam dünyasının bir çok yerinde İslam'ı dikkate alan insanlar hayatın her alanına değen işlerin sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyor.
Artık hayata hiç bir şekilde değmeyen ilahiyat zamanlarını da geçtik. İlahiyat artık hayatın çok daha fazla bir parçası ve bu yeni dönemde İlahiyat çok daha fazla gerçek vakalarla imtihan edilmiş olacak görünüyor.