‘Âlimin ölümü, âlemin ölmesi gibidir..’
-Büyük bilge Ahmed Y. özemre’ye rahmetler dileyerek..-
Bu yazıde ele alınan konuyu, aslında, çok önceden yazmayı düşünmüştüm, müsvedde olarak bilgisayarımda duruyordu. Ama, günlük hadiselerin yoğunluğu içinde fırsat olmadı ve bugüne geldi ve darken.. Prof. Ahmed Yüksel özemre hocanın vefat haberi erişiverdi..
Prof. özemre’yle şahsî bir âşinâlığım olmamıştır.. Ama, onu bir ‘nükleer fizikçi’ olmanın ötesinde, irfan mektebinden içtiğinin işaretlerini yansıtan eserleriyle de 35 yıldır tanıyordum.
İsterdim ki, bir çalışmasını ele alan bir yazıyı o, dünya gözüyle de okusun ve yanlışlarımı düzeltsin ve eklemeler yapsındı.. Ama, artık işin fâni dünya tarafı noktalandı..
Yine de eseflenmemek gerektiği söylenemez mi? çünkü, M. İqbal’in ifadesiyle ‘Uyku küçük ölümdür; ölüm ise derin uyku.. Sonra yine uyanacağız..’ anlayışınca, ‘derin uyku’ faslı sona erip yeniden uyandığımızda, bu fânî âlemde olmasa bile, bâkî âlemde karşılaşabiliriz. (Geçen gün dostlar, ‘Ekmek Teknesi’ isimli bir programdan bir kesit seyrettirdi.. Hasan Kaçan, kendine özgü anlatımıyla, âhiret hayatında herkesin herkesten hakkını alacağını anlatırken, yanındakilerden kimisi cezbe haline geçiyor; kimisi de akıllarına takılan, ‘Pekiy, orada nasıl karşılaşacağız?’ gibi soruları soruyor ve H. Kaçan da çok ilginç bir karşılık veriyordu: ‘Kardeşim, bu dünyada nasıl karşılaşmışsak, orada da öyle karşılaşacağız!.’ Evet, öyle..)
Prof. özemre, ‘teorik fizik ve nükleer mühendislik’ alanındaki çalışmalarıyla ünlü, çekmece Nükleer Araşt. ve Eğit. Merkezi ve TC. Atom Enerjisi Kur. Başkanlığı yapan ve bu sahada, uluslararası kuruluşlarda da Türkiye’yi temsil eden dev bir isimdi. Ama, onu kitleler tanımadı. Medya denilen propaganda mekanizmasının topluma kimleri örnek olarak şırıngaladığı ortada iken, buna da şaşırmamak gerek.. çünkü, özemre Hoca, ciddî bir ilim adamıydı.. Eserlerinin teknoloji ve nükleer fizikle ilgili olanları geniş kitlelerin ilgisini çekmeyebilir. Ama o, bir irfan adamıydı da.. Ve dahası, bu sahada da ciddî araştırmaları vardı.. Hoca, ‘İslâm’da Aklın önemi ve Sınırı’, ‘Kur’an-ı Kerîm ve Tabiat İlimleri’, ‘Portreler/Hatıralar..’, ‘Din/İlim/Medeniyet..’, ‘Ahh, Şu Atomdan Neler çektim..’ gibi eserleri ve bazı tercümeleri ile ilginç bir simâ idi..
Bu vesileyle, onun ‘Toma’ya Göre İncîl’ isimli kitabına bilhassa değinmekte fayda var.. Burada sözü edilen Thomas, miladî- 1250’lerde yaşayan ve hıristiyanlığın ünlü bilginlerinden sayılan ‘Saint Thomas d’Aquino’ diye bilinen kişi değil, Hz. İsâ’nın havarîlerinden, yani 2000 yıl öncelere aid Didimus Yahuda Thomas’tır.. ‘Toma’ya göre İncîl’ (L’èvangile Selon Thomas), Barnabas İncili ile, Kilise’nin kabul ettiği 4 İncîl’den de ayrı bir İncîl.. Onun okunmaması için 315-385 yılları arasında yaşayan Kudüs’lü Saint (azîz) Krilos, ‘Bir sapık tarafından yazılan ‘Thomas’a göre İncîl’ isimli kitabın okunmamasına’ hükmetmiştir.
Thomas, Hz. İsâ’dan şer’î hüküm ifade etmeyen, daha çok irfanî ifadeler taşıyan 114 hadîs nakletmiştir.. Ancak, bu İncîl de ‘apokrif’ (gerçekliği şübheli) sayılmaktadır. Bu metin, Mısır’da ilk kez, 1887’de papyrus üzerine yazılı olarak bulunmuş ve 1945’lerde okunmuş olup, qıptî dilindedir ve ‘erken hristiyanlık dönemi’ne aid bir metin olarak görülmektedir..
özemre Hoca, bu konuyu, Paris’te bulunduğu yıllarda, 1967’lerde, ‘College de France’da derslerini takib ettiği Prof. Henri-Charles Puech’in ders notlarından kitablaştırmış ve kendi yorumlarını da yetkin şekilde eklemiştir. özemre, ‘Puech’in derslerinden ortaya çıkan İncil’in çizdiği Hz. İsâ imajının Kilise’nin resmen kabul ettiği ‘Kanonik İncil’lerdekinden çok farklı ve bizim irfanî çevrelerimizde çok tanıdık bir imaj olmasının kendisini hayli heyecanlandırması’ hasebiyle bu konulara ilgi gösterdiğini belirtmekte..
Bu vesileyle, 1947 yılında, Filistin’de, Kudüs’ün 25 km. kadar batısında yer alan ölü Deniz’in kuzeybatı kıyısındaki Qumran Vadisi’nde 1947 yılında bulunan Qumran kitabelerini de unutmamak gerekir.. 1947 yılında, o yörede keçilerini otlatan Tamira’lı Muhammed ed-Dib adlı çocuk çoban, kaybolan keçisini bulmak için kayaların arasında dolaşırken, bir mağarayla karşılaşır. Korkuyla içeri girdiğinde, ağzı kapalı bir çömlekle karşılaşıp, çömleği kırar, ama korkup kaçar ve ertesi gün bir arkadaşını yanına alarak tekrar döner mağaraya.. İçerde başka çömlekler de vardır.. Ne bulduğunu bilmeyen ve çömlekleri, hazine bulma umuduyla kıran çobanlar, gerçekte farkında olmadan, 2000 yıl önce yazıldığı, ‘karbon-14’ testleriyle sâbit olan müthiş belgeler bulmuşlardır.. Ki, Tevrat’ın en eski kopyası 1000 yıllık olarak kabul edilmektedir.. İbranice ve aramîce olarak, keçi derilerine yazılan ve ziftli bezlere sarılmış olarak bulunan bu yazılar hakkında da Hoca’nın sözkonusu eserinde yeteri kadar bilgi olduğunu da ilgi duyanlara hatırlatmakla yetinelim..
özemre Hoca’ya bereketli ömrü sonunda gittiği yeni yurdunda, selâmet ve rahmetler diliyorum.
KONUŞ DEMİREL, KONUŞ.. MEZARA GİTMEDEN DE KONUŞ..
AK Parti Gen. Başk. Yard. Dengir Mir M. Fırat’ın New York Times’da geçen hafta yayınlanan ve gürültüler koparan, ‘Atatürk devrimleri ile, Türkiye’de derin travmalar yaşandı..’ sözleri sosyolojik olarak tamamen doğru idi.. Doğrular, ‘şârib’un leyl ve-n’nehar’ kişiler tarafından bile söylense, önemi azalmaz.. Fırat, dün de CNN’de, ‘Atatürk devrimlerinden çok mutlu olduğunu ve saltanatın zamanla kaldırılmasının mümkün olamayacağı açısından, o günkü şartlarda, o devrimlerden başkasının da yapılamıyacağını’ söylerken de birçok doğruları ifade ediyordu.. Fırat’ın sözleri, sosyolojik bir tesbit.. Doğru (realité) ile hakikat (verité) arasındaki farkı farketmek gerektiğini de unutmadan..
Asıl üzerinde durulması gereken sözleri ise, Demirel söylüyor.. ‘Bazı sırlar var ki, onları mezara götüreceğim..’ diyerek pek çok şeyi bu zamana kadar açıklamamış olan Demirel, Amerikan Johns Hopkins üni.’ye bağlı Orta Asya Kafkasya Enstitüsü’nün üç araştırmacısının sorularına cevaben, ‘Türkiye’de dinin baskı altında olmadığını’ belirtttikten hemen sonra, ‘iktidardaki güçlerin herkesi kendileri gibi davranmaya, ibadet etmeye zorlamak istediklerini, Türkiye’de devrimin geriye doğru itildiğini; geçmişin geri meydan okuyarak geri geldiğini, buna seyirci kalınamıyacağını’ söyleyecek kadar fitne çıkarıcı laflar etmiştir; kendisinin ‘iyi bir müslüman olduğunu’ hatırlamayı da ihmal etmiyerek..
Dinin siyasete âlet edilmesinden yakınan kişiye bakınız.. Meydanlarda Kur’an öperek siyaset yapan sanki başkası imiş gibi.. Demek ki, bu çirkinliği, sadece kendisine ve rejiminin ilk şeflerine aid bir hakk olarak görmekte.. Demirel, ‘Erbakan’ı kendisinin frenlemeye muvaffak olduğunu ve din eğitim almak isteyenlerin Arabistan’a gitmesini’ de söylemekte..
Ne diyelim.. Konuş Demirel, konuş.. Bütün çehren çıksın ortaya.. Yarın fırsatın olmayabilir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.