Sırmalı kaftan
Batıyla maceramızın ne kadar biçimsel olduğu söylense de biçimin düşünceyi, zihniyeti dönüştürücü gücü hep göz ardı edilir. Tanzimat'la başlayan bu sürecin temsil gücü en yüksek göstergesi festi. Dönemin halk şiirlerine yansıyan fesi eleştiren ifadeleri bugün hatırlayan yok elbette.
Nizam-ı Cedit askerine giydirilen pantolona karşı oluşan toplumsal tepki, o zamanlar II. Mahmud'a muhalefet olarak belirmişti. Her ne kadar Cumhuriyet dönemi başa geçirilen şapkayla kimi Batılılar, " Türkler Batı değerlerini temsil eden şapkayı sadece başlarına geçirmekle kaldı, kafalarının içine geçiremediler" yönünde eleştiriler dile getirseler de bunlar resmi düzeyde pek seslendirilmedi. Zira Batılılaşmayı temsil eden kılık kıyafet en azından diğer devrimler kadar hayati önem taşıyordu.
Üzerimize giydiğimiz elbiselerin temsil ettiği dini anlamlar düşünülünce bu biçimsel modernleşmenin uzun vadede zihniyet dönüşümüyle sonuçlanacağını umanlar tümden haksız mıydı acaba? Mesela üniversite hocalarının giydiği cübbe salt bilimsel bir ifadeden ibaret sayılabilir mi? Avrupa'da üniversitenin gelişimini ve bunun kilise ile ilişkisini bilmeyenler, dinden arındırılmış rasyonel bilim kurumunu temsil ettiğini düşünebilirdi pekala.
Resmi üniforma olarak iki tür bana çok soğuk gelmiştir: Üniversite hocalarına (hoca mı demeli?) ve yargı mensuplarına giydirilen cübbeler... Bu kıyafetlerin Avrupa'nın oluşumunda hangi evrelerden geçerek giyildiğini bilmiyor olsam bu kadar soğuk gelir miydi bilmiyorum. Yargıyı anlamak mümkün; buyurgan, otoriter, soğuk çehrelerin devlet ciddiyetiyle aram hiçbir zaman iyi olmamıştı zaten. Peki, üniversite törenlerinde giyilen sıra sıra cübbeli görüntülerin sanki her biri Umberto Eco'nun romanlarından fırlamış tipleri hatırlatmaması ne mümkün.
Önceki gün Danıştay'ın 144. kuruluş yıldönümü nedeniyle yapılan törende bir cübbe basının da dikkatini çekmiş olmalı ki hemen her gazetede yer aldı. Tarihi devletin kuruluşundan daha eski bir kurum olarak, Hobsbawm'ın deyimiyle "geleneğin yeniden icadı"nın somut hali olarak alıştığımız yargı mensuplarının cübbesinden farklıydı. Tarihi Cumhuriyet öncesine giden bir kurumu Cumhuriyet sonrası icat edilmiş bir üniforma ile kutlamak sadece bu örnekle sınırlı değildi elbette.
Tarih ve modernlik çelişkisi devletin hemen her kurumunda yaşanmaktaydı. İcat edilmiş geleneklere, tarihsel kökene yaslanmak dönüştürücü bir zeka ürünü sayılabilir. Biçim bir yana, Osmanlı ile uzlaşma adına, laikliği bile Osmanlı üzerinden izah etme modelleri son zamanlarda hayli revaçta. Batıcılığımızın tarihi köklerinin ne kadar derin olduğuna dair anakronik nutuklar her yerden yayın yapıyor artık.
Danıştay başkanının cübbesi tam da bu 'anakronik sentez'i temsil etmesi bakımından hayli manidar. Dik yakalı, içindekine devlet ciddiyetine yakışır görüntüsü bahşeden cübbenin Osmanlı motiflerini andıran işlemelerle sanki yumuşatılmak istendiği gibi bir havası vardı. Vakarlı ve omuzdan eteklere kadar uzanan süslemeler, Osmanlı şeyhülislamını akla getirmiyor değil doğrusu. Belki devletin soğuk yüzünü, tarihsel motiflerle yumuşatarak toplumsal hafızadaki göstergelerle ilişkilendirilmek mi istendi? Motifler üzerinden yapılacak semiyolojik bir çözümleme farklı siyasal okumalara kapı aralayabilir. Bu tür çözümlemelerin yanı sıra devletin halkın kültürel kodlarıyla irtibata geçme çabası olarak da okunması kimi ortodoks devrimcileri tedirgin etse de yeni Osmanlıcılık için paha biçilmez kaftan sayılabilir.
Bir anda devlet-millet bütünleşmesi sağlanmış oluyordu işte. Üstelik Necip Fazıl'ın devrim yobazlığını hicvederken bir şapka, bir eldiven ve inkılap dediği türden zahmetsiz bir devlet-millet buluşması gerçekleşiverdi işte. Bir kaftan ve sırma motifle tarihin tüm çelişkileri bir anda silinmiş oluyordu böylece. Devletin kendi özünü yitirmeden yenilenmesi, halkla bütünleşmesi, tarihle barışması bir kaftanla başarılmış oluyordu.
Cübbenin içiyle kim ne kadar barışık sorusunu ihmal edersek tabii ki...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.