Asım Yenihaber

Asım Yenihaber

“İrtica”yı o mu “ibda” etti?

“İrtica”yı o mu “ibda” etti?

Osmanlı Türkçesini, daha doğrusu gerçek Türkçeyi iyi bilenler itiraz edecekler bu başlığa. “irticaı” yazmam gerektiğini söyleyecekler. Haklılar! Haklı olmak neyi değiştiriyor ki? Doğruyu kim biliyor ve anlıyor ki?

Efendim, bu başlıktaki “irtica” herkesçe ve yeterince bilinen bir kelime; Arapça olmasına rağmen hem de! Dil devrimcileri ona karşılık “gericilik”i icad ettiler ama, “irtica”ın esrarengiz tesirini uyandırmadığı için kendileri de fazla kullanmadılar.

İrtica, 31 Mart 1909 Vak’ası’ndan sonra Türkiye’nin gündeminden hiç düşmemiştir. Muhteşem cumhuriyetimiz halkta en ufak bir uyanış, en küçük bir kıpırdanış görse, hemen bir menemenli veya kıymalı yumurtalı “irtica” icad eder ve meselelerin üzerine örterdi.

Ne zamana kadar?

Son cumhuriyet irticası olan 28 Şubat’a kadar.

Çok değil, 10-15 sene öncesine dönelim: Türkiye’nin en çok kullanılan iki kelimisinden biri “laiklik”, diğeri “irtica” idi.

Şimdilerde pek kullanılmıyor bu iki kelime de...

İrtica gündemden düştü mü? Yoksa irticaın yokluğu laikliği de yok mu etti?

Şu anda mahpushanelerde irtica suçundan yatan var mı?

Galiba yok. Bir kişi hariç!

O en ağır irtica suçuna çarptırıldı, silahlı irticaî örgüt liderliğinden içeride. Hiçbir zaman çıkmayacakmışçasına bir suskunluk hâlesi ile sarılı.

Salih İzzet Erdiş’ten söz ediyorum; nam-ı diğer Salih Mirzabeyoğlu’ndan. Hem “mirza”, hem “beyoğlu”!

Erbabı bilir, Arapça emir (bey) kelimesi Farsçada “mîr”e dönüşmüş, emirzade de “mirza” şeklini almış. Düpedüz “beyoğlu” demek. Adam bir kere değil, iki kere beyoğlu!

Suçu irticai olmasa idi, bu müebbed mahkûm çoktan gereken ilgiyi görmez miydi?

Hiç şüphe yok! Görürdü ve zindandan çıkardı!

Solun mücrimlerinden halen içerde kalan var mı? Hatta adamlar bütün kendilerine yakın mücrimleri hallettikten sonra, yavaş yavaş bu tarafa el atmaya başladılar.

Evet aynen biliyorum!

Tabiî, Mirzabeyoğlu’nu değil. Onu gıyaben biliyorum. Aynı ülkede, aynı şehirde ve belki de aynı mahallede yaşamış olmamıza rağmen... Onun “Üstad” tanıdığı ve çok ulaşılmaz sanılan Necip Fazıl’la çok muhaveremiz var, Mirzabeyoğlu ile ise bir tek cümle tekellüm etmedik.

O bütün İslâmî kesime aykırı gelirdi. Yöntemleri ile aykırı geldiği gibi, “Üstad”dan sonra üstadane tavrıyla da. Çünkü herkes bilir ki, Üstad bir tanedir, yaşamış, veda etmiş ve halef bırakmamıştır. Tabii bütün gençlik ona haleflik iddia edebilir. Mirzabeyoğlu da o kadar.

Öyle veya böyle; Mirzabeyoğlu ve onun “İbda”cıları İslâmî kesimin üvey çocuğu bile değildir. Çünkü tarzı, aykırı bulunuyor. Şiddet işin içine girdi mi, renk değişiyor. Ayrıca, İslâmî kesimleri tâciz eden bazı İbdacı faaliyetler de olmuştur elbette, geçmişte. Ve en önemlisi, bu akımı öne çekerek bunun üzerinden İslâmî kesime şiddet isnad edilmesidir.

Mirzabeyoğlu şu veya bu sebeple sevilmeyebilir, benimsenmeyebilir. Bu ona yapılanı âdil, haklı ve doğru bulmamızı gerektirmez.

14 yıldır hapiste ve son 11 yılını hücrede geçiren bir “mahkûm”dan söz ediyoruz.

Gerçekten âdil yargılanmış olabilir mi?

Bunu iddia etmek mümkün değil. Dâvânın hâkiminin emekli olduktan sonra, DGM hâkimliği sırasında sürekli baskı gördüğünü itiraf ettiğini cümle âlem biliyor...

Davanın sonucuna göre; bu “azılı terörist” kaç cana kıymış olabilir? Böyle bir iddia da yok ortada. Öyleyse; fikir suçu, belki azmettirme gibi ağırlaştırıcı unsurlar işin içine katılabilir.

En ağırlaştırıcı unsurlar işin içine katılsa ne olur ki?

Her halde Salih Erdiş, irticaı “ibda” ettiği için bu ağır cezaya çarptırıldı! Bu arada “ibda”ın benzersiz icad, “yaratı” anlamına geldiğini de hatırlatalım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Asım Yenihaber Arşivi