Yargının demokrasiyi koruma görevi…
Cumhuriyet tarihinin en hassas dönemlerinden birinden geçiyoruz. Bir yanda iktidar partisini kapatma davası, diğer yanda Ergenekon davası…
İkisini de başlatan yargı kurumu… İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı…
Kapatma davasını yakın siyasi tarihte çok gördük. Ama “darbe girişiminde bulunmak” suçlamasıyla yürütülen ve üst düzey emekli bürokratları kapsayan bu çapta bir yargılamaya ilk kez şahit oluyoruz. Bu sadece hukuk sistemimiz açısından değil, demokrasi tarihimiz açısından da çok önemli bir gelişmedir.
Bir yandan yargının demokrasi dışı eğilimlerin aracı haline geldiğini söyleyenler var, diğer yanda yargının demokrasiyi koruma ve kollama görevini yüklendiğini…
Yargı kurumunun işi oldukça zor… Son dönemde yargının gündem oluşturacak adımlar attığını görüyoruz. Siyasi hayatımızı derinden etkileyen tüm kararlar yargıdan çıkıyor.
AK Parti'yle ilgili dava sürecinde yargıyı kutsayıp laf söylettirmeyenler, Ergenekon davası gündeme gelince kendinden geçen bir saldırganlık içindeler…
Oysa yargı aynı yargı, ikisi de cumhuriyetin savcıları…. Süreç ne polisin yönlendirmesiyle yürüyor, ne hükümetin….
Bu kadar telaş ve kızgınlığa kapılmak, yargıya güvensizlik değil midir?
Yargının görevi pek tabii olarak hukuk kurallarını, anayasal düzeni, evrensel hukuk kaidelerini, temel hak ve özgürlükleri korumaktır.
çağdaş hukuk devleti anlayışını korumak öncelikle yargının işidir. Hukuk devleti ise demokrasi ve özgürlüklerle doğrudan bağlantılıdır.
Hukuk devleti deyince ne anlıyoruz?
F. A. Hayek hukuk devletinin dört gereğini sıralar: Yasaların genel ve soyut kurallar niteliğinde olması, belirli kişilere yönelik değil herkese yönelik olması, yasaların herkesçe bilinir ve açık seçik olması, herkesin hukuk nazarında eşit olması, kişi haklarına müdahale teşkil eden idari takdire dayalı işlemlerin bağımsız mahkemelerce denetlenmesi…
Hukuk devletinin temeli hak ve özgürlüklere dayanması, herkes için geçerli objektif kuralların işler olmasıdır.
Neyin “suç” olup olmadığı Anayasa ve yasalarda belirlenmiştir.
Suç işleyenler ister inançlı olsun ister ateist, ister sosyalist olsun ister liberal fark etmez, gereken hukuki işleme muhatap olurlar.
Kimse “ben Atatürkçüyüm, vatanseverim” diyerek suç işleme hakkına sahip olamaz. Son dönemde yaşanan çeteleşmelerin bir çoğu kendisini “vatansever” olarak tanımlıyor. Milli, manevi veya toplumca saygı duyulan değer ve sembolleri istismar ederek yasadışı eylemler yapmak, toplumda korku ve kaos üretmeye çalışmak, provokasyonlar gerçekleştirmek kabul edilecek bir durum değildir. Anayasal düzene uymayan yasadışı eylemlerde bulunarak devleti korumaya çalışma iddiası ancak basit bir kandırmaca olabilir.
“Hep hükümet muhalifleri göz altına alınıyor” söylemi de anlamsızdır. Hükümet muhalifi olmak, kimseye dokunulmazlık ve yasalara aykırı hareket etme özgürlüğü vermez. Ayrıca asıl olan gözaltı değil, yargılamanın sonucudur. Peşin hükümler vermek de yargılamanın seyri açısından doğru değildir.
Yargının bu cesur tutumu, son dönemlerde yıpranan imajına ciddi bir katkı sağlayacaktır.
Böyle durumlarda en doğru olan tavır, serinkanlı bir şekilde yargılama sonucunu beklemektir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.